13 Şubat 2015 Cuma

Harappa Uygarlığı,Harappa Uygarlığı hakında detaylı bilgi

Harappa Uygarlığı (M.Ö.  3000 - 1500)

Yakınlardaki  Khambaht Körfezi keşfine dek, arkeologlar tarafından Hindistan'da araştırılan en  eski kentleşme merkezleri kalıntıları arasında günümüzde Pakistan'da bulunan  İndus nehri kıyısındaki Harappa ve Mohenjo-Daro vardır. Khambaht Körfezi  keşfinde herhangi bir şey esrarengiz ve çok kadim Harappa uygarlığındaki  buluntulara benzeyecek mi?
devamı http://www.bestoffrm.com/104742-harappa-uygarligiharappa-uygarligi-hakinda-detayli-bilgi.html

Kral Arthur ve Kutsal Kâse ,Kral Arthur ve Kutsal Kâse hakkında detaylı bilgi

KUTSAL KÂSE

Myrddin (Merlin) ve Tristan ile Isolde efsaneleri gibi Kutsal Kâse de Arthur efsanelerine daha sonraları eklenen bağımsız bir efsane olabilir. Kâse, 1190 yıllarında Chretien de Troyes tarafından yazılan Fransız şiiri Perceval'de. ilk ortaya çıktığında sakat Balıkçı Kral'ın şatosunda, içinde ayin ekmekleri sunulan süslü bir tabaktır (Eski Fransızca'da graal). Şiir yarım kaldığı için daha sonraki yazarlara kâseyi çok çeşitli biçimlerde sunma özgürlüğü tanınmıştır. Bunlardan bazıları Hıristiyanlık öncesi, Kelt'lerin tılsımlı kazanlar masallarını yansıtır.

Ancak bu masalların en popüleri, kâseyi Son Yemek'in kupasıyla, san graal ya da "kutsal kâse"yle ilişkilendirendir. Ortaçağ söylencelerine göre bu kutsal emanet, Arimethalı Yusuf'un eline geçmiş, onun ailesi de bunu Glastonbury'de adanın ilk Hıristiyan cemaatinin kurulması sırasında Britanya'ya getirmiştir.

Hiç kuşkusuz Glastonbury keşişleri bu efsanenin oluşmasında üzerlerine düşen rolü oynamışlardır. Yine de arkeologlar Glastonbury'de bu ilk Hıristiyan cemaati söylencesinin doğru olup olmadığını merak etmişlerdir. Ralegh Radford 1950'li yılların sonunda manastırın bazı bölümlerinde kazılar yapmıştır. Sakson binalarının altında çok eski zamanlardan kalma bazı yapılar bulmuş ve bunları kurucuların kilisesi olarak tanımlamıştır.

Ayrıca, eski mezarlıklarda Glastonbury keşişlerinin gerçekten dedikleri yerlerde kazılar yapıp eski zamanlardan kalma mezarlar bulduklarını saptamıştır. On yıl sonra Philip Rahtz, yakınlardaki Glastonbury Tor'da yaptığı kazılarda ahşap bina kalıntıları, maden işçiliği molozları ve bu iskânı Arthur dönemine kadar geri götürmesini sağlayan çömlek parçaları bulmuştur.
http://www.bestoffrm.com/104746-kral-arthur-ve-kutsal-kase-kral-arthur-ve-kutsal-kase-hakkinda-detayli-bilgi.html

(Solda) Tintagel'de 1998'de yapılan kazılarda Artognov adının yazılı olduğu taş levha. (Sağda) 8. yüzyıl yapımı olan süslü Ardagh Kupası pek çok çağdaş yazarın Kutsal Kâse imajıdır.

BİR ZAMANLARIN VE GELECEĞİN KRALI

Bu arkeolojik faaliyetlere rağmen tarihi bir Arthur'la özdeşleştirilecek herhangi bir şey bulunmuş değildir. Bu arada, İngiltere ve Amerika'da bir Arthur kitapları sanayii başını alıp yürümüştür. Bu detektif hikâyelerini andıran eserlerde çeşitli Arthur adayları vardır: 2. yüzyıl Romalı generali Lucius Artorius Castus, Bröton savaşbeyi Riothamus, Gwynedd adında pek bilinmeyen bir Galler kralı ve İskoç kralı Âedân mac Gabrâin'in oğlu Artuir.

Bu arada yerel turizm şirketleri, Arthur'un Cornwallı mı, Galli mi, yoksa İskoç mu ilan edileceğini merakla beklemektedirler!

Arthur'un bir parçasını elde etme çabası yeni bir şey değildir. Ünlü İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard, bizzat katıldığı Haçlı Seferi sırasında bir yoldaşına, Excalibur olduğu söylenen bir kılıç vermiştir, VIII. Henry, imparator V. Şarl'a Winchester Sarayı'nda asılı olan "gerçek" Yuvarlak Masa" tablosunu (ancak tabloda Henry'nin kendisinin tıpatıp benzeri vardır) göstermiştir.

Hem İngiliz hem de Galli prensler, kendi siyasal hedeflerini desteklemek için Merlin'in Arthur hakkındaki kehanetlerini kullanmışlardır ve Spenser ve Alfred Tennyson gibi çok sonraki şairler hüküm sürmekte olan kralların zaferlerini büyütmek için Arthur hakkında yeni hikâyeler yazmışlardır. Ortaçağ efsanelerinin çoğunda Arthur'un sonu bir gizlilik perdesiyle örtülü olduğu için, kendisi, her kuşakta yeniden ortaya atılıp tartışılacak, kusursuz bir "geçmişin ve geleceğin" kralıdır.

Atlantis ve Çerkezya ,Atlantis ve Çerkezya hakında bilgi

Efsane söyle  baslar; zamanımızdan 11.500 yıl kadar önce genellikle bir çoklarının Atlas  Okyanusu’nda olduıgunu iddia ettikleri bir kıta varmıs. Bu ülke insanlııgın,  özellikle beyaz-ari ırkın doıgduıgu ve çok üstün bir uygarlııga yükseldiıgi bir  adaymıs. Büyüklüıgü Libya ve Asya (Anadolu)’nın toplam alanından daha genismis.  Burada Günes’e tapan bir dini ve teknolojide çok gelismis, bilimi benimsemis,  çok yüksek kültüre sahip ve çok uygar bir ulus yasarmıs.

Atlantisliler, Avrupa, Akdeniz,  Karadeniz, Hazar Denizi ve Orta Amerika kıyılarına yaptıkları seferler ile ora  halklarına bu uygarlıklarını asılamıs ve koloniler kurmuslar. Sık sık olan  depremlere ada halkı alısmıssa da yine oldukça zararını görüyorlarmıs. Bir gün  çok siddetli depremler sonucu, Atlantis adası tümüyle sulara gömülerek  yeryüzünden yok olmus ve silinir gitmis.
Zamanımızdan 2400 yıl kadar önce yasamıs olan eski Atinalı  filozof-düsünür Eflatun (Plato) M.S.428-348, Atlantis efsanesini ilk yazan  kisidir. Eflatun’a göre, Atinalı Solon, M.S. 6.yüzyılda yasamıstır. Aynı zamanda  devlet adamı olan Solon, eski Mısır'ı ziyarete gittiıginde orada büyük itibar  görür ve Sais Mabedi rahipleri ile görüsür. Mısır rahipleri Solon'a, Yunan ve  Mısır uygarlıklarının daha bir çocuk kadar genç olduklarını ve asıl insanlııgın  altın devrinin kendi zamanlarından 9000 yıl önce sulara gömülerek batan ve yok  olan Atlantis uygarlııgı oduıgundan sözederler. Solon saskın ancak ilgi ile bu  açıklamaları dinler ve ilk kez bir batılı Atlantis’in varlııgını efsane  biçiminde de olsa, öıgrenmis olur.

Sonradan bu notlar ve bilgiler Eflatun tarafından “Diyaloglar” adı  altında kaleme alınır. Birinci diyalog; Timaeus, ikinci diyalog; Critias, ya da  Atlantik’ dir. Eflatun bu iki yazıda Atlantis anakarasını ve gelisimini sonuna  dek detayları ile anlatır. (Ilgilenenlere, bu yapıtı okumalarını öneririz)

Bir çok bilgine göre Atlantis, Atlas  Okyanusu’nda deıgil, baska bir yerdedir. Örneıgin, Akdeniz'de, Ege’de Tera  Adası’nda, Afrika’da, Kuzey Denizi’nde vb. Bazı arastırmacılar ise bu esrarengiz  ülkenin Kafkasya'da olduıgundan sözeder. Bunlar, Reginald A. Fessenden, Delisle  de Sales, Hermann Wirth gibi tarihçi ve arastırmacılardır.

Atlantis anakarasının Kafkasya'da  olduıgu gerçekte ispatlanamayacaıgı ve mantııga aykırı olabileceıgi  düsünülebilir, ancak gerçek olan bir sey vardır ki, Kafkasya ile Atlantis  arasında çok yakın bir iliski saptanmıstır.


Atlantis’ in sulara batısını izleyen büyük tufanın o zamanki  bilinen dünyayı sular altında bırakmıs olması da gerekirdi. Bu tufanda su  yüzünde ancak yüksek daıgların kalmıs olabileceıgi de çok olasıdır. Avrupa'nın  en yüksek daıgları Pireneler, Alpler ve Kafkas daıglarıdır ve bu bölgede yasayan  insanlar en yakın kara olduıgu için tufanda kurtulanlar arasında sayılabilir. Bu  büyük felaketten kurtulabilen bazı Atlantisliler'in de böyle daıglık kara  parçalarına sııgınarak yasamlarını kurtarabilecekleri de akla gelen bir  teoridir. Eflatun da bunu bu sekilde yansıtmıstır.

Uluslar dönem dönem geçirdikleri gelisimleri ve uygarlıkları  zamanla unuturlar. Felaketler, tufanlar, depremler çok seyi yok eder, kalan  harabeler bir tas yııgınıdır. Bir yüzyıl öncesine dek Mısır halkı hiyeroglifleri  okumaktan ve geçmis Mısır’ın üstün uygarlııgının derecesinden habersiz  yasıyorlardı. Iranlılar'ın Pers ve Darius hakkında hemen hemen hiçbir bilgileri  yoktu. Sonraları arkeolojik arastırmalar aracılııgıyla eski yazılar desifre  olunca çok seyler öıgrenildi. Ulusların bugünkü durumlarından çok daha üstün bir  uygarlııga sahip oldukları anlasıldı. Yunanlar ve Romalılar da aynı  sınıflandırmaya girebilir.

Kafkasya’ya  gelince konumuzun içine giren, özellikle Kuzey-Kafkasya birçok efsane ve  masallara konu olmus, iklimi, geçmisi, coıgrafyası ve tarihi ve insanları ile  çok ilginç bir ülkedir. Özellikle Çerkesya bölgesi, Maikop ve çevresinde  19.yüzyıldan beri yapılan arkeolojik kazılarda çok ilginç ve deıgerli kral  mezarları, Katakomb Kültürü ve Uygarlııgı’nın kalıntıları bulunmustur (E.  Chantre). Yine sahilde Tuapse' den içerde Osetya’ya kadar olan bölgede (ki  burası eski Çerkesya bölgesi olarak kabul edilir) Dolmen denilen tekparça tas  yapıtlara rastlanmaktadır. Bunların birer mezar mı yoksa birer anıt mı oldukları  henüz belirlenememistir.


Kafkasya’ya  iliskin çok yapıt yazmıs olan Ingiliz John F. Baddeley, ikinci yapıtında  Kuzey-Kafkasya’da görmüs olduıgu çok ama çok büyük harabelerden sözeder. John F.  Baddeley bu bölgede Çarlık zamanında ve sonra uzun soluklu geziler yapmıstır.  Baddeley, dünyada bir esinin ancak Bolivya'da, 4000 metre yükseklikte Titicaca  gölünün sahillerinde, “Tihuanaco” kalıntılarında görüldüıgü söyler. Bu “devasa"  harabelerin nasıl Kafkasya’nın bu yüksek bölgelerine binlerce yıl önce, ne gibi  aletlerle ve kimler tarafından yapıldııgı gizemi hala çözülmemistir.


Baddeley'in gördüıgü harabeler Osetya  bölgesinde, Kaluat köy sırtlarında, Edisa adı ile anılır. Yazar bu kalıntıları  Kafkasyalı arastırmacı Prof. Melitset Bekof ile gezmis ve hayran kalmıstır.  Adına “Devler Kalesi” denilen bu yapıtlar yüksek bir plato üzerine kurulmus,  birkaç dönümden fazla bir alanı kaplamaktadır. Volkanik olduıgu söylenen ve  yüzlerce ton aıgırlııgında kayalardan yapılmıstır. Dikdörtgen seklinde olan  duvarlarının kalınlııgı yerine göre üç metreden fazladır. Taslar tekparça  bloklardan kesilmis ya da yontulmus deıgildir, sanki kalıptan çıkmıssa benzer,  yüzlerce ton aıgırlııgındadır her bir tas. Herhangi bir madde (çimento gibi) ile  yapıstırılmamıs olmaları ilginçtir. Oldukça düzgün sekilde aralarında milimetrik  bir açıklık olmadan birbirlerine uyum saıglamıslardır. Böylece bu görkemli yapıt  insan üstü bir kalıntı görünümü vermektedir. Baddeley’in sorusuna yanıtı, Prof.  Melitset Bekof verir. Bu harabelerin Keltler'den kalma olabileceıgini söyler.  Ancak Baddeley' e göre bu yapıtın Kafkas-Nart mitolojisine de dayanabileceıgi  düsünülebilir.



Bunun gibi daha birçok  açıklanamayan gizemlerle dolu Kafkasya'da geçmiste çok büyük bir uygarlııgın  bulunduıgu ve orada yasamıs insanları etkilediıgi inkar edilemez. Sonradan halk,  deıgindiıgimiz gibi bu büyük uygarlııgı unutmus, basit bir pastoral yasam  yasamaya baslamıstır. Ancak en ilginç nokta sudur: Kuzey-Kafkasya halkları,  özellikle Çerkes dediıgimiz, Adigeler ilk çaıglardan beri bu ülkenin otokton  yerel topluluıgunu olusturmaktadır. Adigelerin, Shabze denilen yazılmamıs ancak  en küçük noktasına kadar uygulanan töre ve adetleri, yani bir bakıma anayasaları  vardır. 19.yüzyılda Avrupalılar'a oranla yalın bir yasam ve toplum düzeni  yasayan Çerkeslerin arasına gelerek yıllarca yasayan Ingiliz arastırmacı ve  gezgin James S.Bell, bu insanlar için; “Bütün gördüklerimin bana verdiıgi kanı  sudur, genellikle Çerkesler, simdiye kadar tanıdııgım, isittiıgim ve okuduıgum  ulusların en kibar ve nazik olanıdırlar" diye yazmıstır.



Yine Çerkesleri 1818-1819 yıllarında  ziyaret etmis olan Sövaye Kont T.De Marigny, bu insanların arasındaki terbiye,  büyüıge ve kadına saygı, kendilerine sahip olmada gösterdikleri irade ile  konukseverlik, fazilet ve inceliklerini uzun, uzun anlatır. Daha da ötesi, eıger  aile durumu uygun olsa, bu insanlar arasına yerlesip geri kalan yasamını orada  yasamak istediıginden sözeder.

http://www.bestoffrm.com/104744-atlantis-ve-cerkezya-atlantis-ve-cerkezya-hakinda-bilgi.html

Simdi  en önemli noktaya gelelim. Yazılı yasaları, polisi, üniversitesi, yazılı bir  edebiyatı ve maliye kurumu, para, altın ve diıger deıgerli madenlere dayanan bir  ekonomik düzeni olmayan bu toplumun, ilkel, barbar bir kabile düzeni olması  gerekirken; halkın birbirini yaıgmalamaya, eıglenceye, içkiye düskün korku ve  dehsetin kol gezdiıgi bir düzende yasaması gerektiıgi kosullarda bu nasıl  olmamıstır. Tersine bu ilkel kosulların var olduıgu bu toplumda, 1000 yıllık bir  gelismeden geçmis bir Ingiliz ulusunun ya da diıger ileri ulusların, eıgitim,  yasa ve devlet otoritesi ile gelismis niteliklerine karsın bunlar görülmektedir.  Bu ileri ülkelerde bu gibi töreleri ve terbiyeyi uygulamak için, yüzlerce yıllık  öıgrenim ve eıgitim ile devamlı yenilenen yasalar yapılır ve bunlar polis, asker  vb güçlerle yürürlüıge sokulurken, Çerkeslerde bu gelisme tümüyle doıgal olarak  uygulanmakta ve yüzyıllardan beri devam etmekteydi. Rus isgaline dek (1864)  baıgımsız Çerkesya'da yalnız konuk olmayan ve izinsiz ülkeye giren yabancılara  karsı saldırı ve düsmanca hareket görülmüstür.


Çok eski dönemlerde Araplar büyük tufandan önce var olan bir ada  uygarlııgından ve burada yasamıs olan “Ad” diye bir kavimden sözederler. Bu  Ad’ın deprem ve tufan sonucu battııgını efsane ederler. Bu batan “Ad” efsanesi,  Atlantis efsanesiyle ile aynıdır (Charles Berlitz,Mystery of Atlantis, 1976).

Devler ülkesi Atlantis,Atlantis ve Devler

Buhari’nin naklettiği bir hadise göre Hz.Adem’in boyu 60 zira idi. Aynı  rivayette insanların boylarının gittikçe kısaldığı da anlatılmaktadır. Bu  rivayete göre Hz.Adem’in boyu 40 m. civarında idi. Hz.Nuh tufandan önce 950 sene  tebliğ görevini yürüttüğü Kuran’da açık bir şekilde ifade edilmektedir. Seylan  adasında Müslümanların Adammala, “Adem Dağı” adını verdikleri, Portekizlilerin  de “Picoli Adama” dedikleri çok meşhur bir dağ mevcuttur. İnsanoğlunun atasının  cennetten “inişi” sırasında ilk defa buraya basmış olduğu rivayet edilir.  Kocaman bir sağ ayak izi kayanın zirvesinde hep görülmektedir. Bu izin büyüklüğü  için batılı bir seyyah, “Beş ayak üç parmak uzunluğunda ve iki ayak beş parmak  ile iki ayak parmağı genişliğinde az derince bir çukur” demektedir. İslami  rivayetlerde Hz.Adem’e atfedilen devasa boy ile orantılı olmuş olsa gerek. Çünkü  bu rivayetlere göre Hz.Adem’in boyu o zaman o halde idi ki, başı göğe değiyor ve  diğer ile denize basıyordu. Anadolu’da da birçok yerde dev mezarları  bulunmaktadır.
DEVAMI...http://www.bestoffrm.com/104743-devler-ulkesi-atlantisatlantis-ve-devler.html

iNKALARIN HAZİNELERİ,İNKALAR HAZİNELERİNİ NEREYE SAKLADILAR?

İnkalar Hazinelerini  Yeraltına Sakladılar
http://www.bestoffrm.com/104741-agarta-ve-sambalaagarta-ve-sambala-yeralti-uygarliklari.html


Kaymaklı ve Derinkuyu konularında daha ileri  gitmeden önce dünyanın değişik yerlerindeki benzeri yerleri ve bu yer hakkındaki  araştırma ve iddaları kısaca hatırlamamız yerinde olur. Bizdeki gibi yeraltı  şehri ismi verimemiş de olsa dünyanın değişik yerlerinde bir sürü tünel şebekesi  mevcuttur. Bu tünellerini birçoğu günümüzde bilinmektedir fakat hepsi de belli  yerden sonra tıpkı bizim yeraltı şehirlerimiz gibi taş, toprakla dolmuş ya da  doldurulmuştur. Güney Amerika' da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında Eski İnka  uygarlığından kalma bir çok tünel olduğu söylenir. İspanyol yağmacılarının en  önemlisi olan Pizarro' nun ordusundaki bir asker rahip olan Cieza de Leon, son  İnka imparatoru olan Atahualpa' nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden 4, 5 yıl  sonra yazdığı notlarda, İnkalar' ın, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini  bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar. Bu gizli yerler  dağların altında oyulmuş olan tünel sistemleriydi. Bu fikri aslında İngiliz  Arkeoloğu Harold Wilkins' in de buşunduğu birçok bilimadamı desteklemektedir.  Başka br görüşe göre ise, söz konusu tünel sistemleri son derece ileri bir  uygarlık tarafından binlerce yıl boyunca oyulmuştur. Güney Amerika' daki tünel  sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değildirler. En fazla bilineni,  Lima' yı, Peru' nun eski başkenti olan Cuzco' ya bağlayan ve sonra da Bolivya  sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir. Eski belgelere göre bu tünellerde  çok zengin Kralın mezarı vardır. Ama bugün kimse tünellerde hazine aramayı  düşünmüyor, çünkü tüneller hemen hemen tamamen toprak doludur, temizlenmeleri,  içlerinden çıkması olası olan hazinelerden çok daha pahalıya malocaktır.  Tünelleri araştırmış olan bilimadamlarının çoğunluğu da, bunları İnka tarafından  kazılmayacağı konsunda hemfikirler.
ALINTIDIR.

Agarta ve Şambala,Agarta ve Şambala Yeraltı Uygarlıkları

Agarta ve Şambala , teozofik ve ezoterik  kaynaklara göre önceki "devre" nin sonlarına doğru Mu ve Atlantis' ten göç eden  bilim-rahipleri tarafından kurulmuş yeraltı  organizasyonlarıdır.

Önceleri beşeriyetle  açık temas halinde olan bu organisazyon, bu "devre" nin koşullarından ötürü  gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirinden tünellerle bağlanan,  dağlar içindeki yeraltı kentelerini tercih etmiştir. Agarta, dünya insanlığının  tekâmülüne sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi' ye hizmet eder. Dünyanın  Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla  belirtilen Agarta' nın lideri, Dünya' ya sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi' nin  fizik âlemdeki temsilcisidir. Rene Guenon' a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ",  "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, dünyanın tüm geçmiş, yitik kıtalara  indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivinde kayıtlıdır ve birçok  peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki,  bazıları burada "inisiyasyon" dan da geçmiştir. Agarta' nın yeryüzüne açılan 7  (kimi kaynaklara göre
 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda  inzivaya çekilen bilgelerin ve inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki  içinde oldukları ileri sürülür. Rene Guenon' a göre, bu durum en çok, Türkler'  in yaşadığı Orta Asya' da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve  Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek  ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta' nın sembolizmi bulunmaktadır.
Tibet  tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve  Agarta' nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.

Yeraltı Evreni-1

Kapadokya bölgesinde açıkçası  sayısını bilemediğimiz kadar irili ufaklı bir sürü yeraltı şehri mevcut.  Bunların bazıları gezilebiliyor, bazılarıysa ağzına kadar taş toprak dolu.  Bölgedeki yeraltı şehirlerinin yapısını en iyi şekild şu benzetme ile tarif  edebiliriz. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizi düşünün. Büyük  binalar ve aralarında serpiştirilmiş gecekondular var. Örneğin İstanbul' daki  bir Akmerkez binasının bir iki kilometre uzağında derme çatma gecekondular  görünür. Kapadokya' daki her yeraltı şehri bir bina olarak kabul edersek,  yeraltı şehirlerinin bazıları İstanbul' daki Akmerkez ya da Galleria gibi,  bazıları da bizim gecekondularımız gibi derme çatma sayılabilecek yerlerdir.  Bölgedeki son derece büyük, tanınmış ama bugünkü teknolojik imkanların üzerinde  olması gereken bir teknolji ile açılmış yeraltı şehirlerinin yanısıra daha  mütevazi yeraltı şehirleri de var. Burada akla gelen şey bir iki, hatta sadece  bir özgün örneğin çevresinde daha sonraki dönemlerde ve daha ilkel kimselerce  bazı taklit kazılar yapıldığıdır. Kapadokya' daki yeraltı şehirlerinin en fazla  tanınanları Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleridir. Bu iki şehir birbirinden  yaklaşık olarak 9,10 Km kadar uzaktadır. Gerek konuyla ilgili arkeologlar,  gerekse yöre halkı tarafından bu iki yeraltı şehrini birbirine bağlayan bir  tünelin varlığı bilinmektedir. Yeraltı şehirlerindeki tüneller tabii ki,  Kaymaklı ve Derinkuyu arasındaki ile de sınırlı değildir. Mesela Kaymaklı' nın  12-15 Km doğusunda kalan Mazı Köyü yeraltı şehrinin Kaymaklı ve Derinkuyu' ya  bağlayan tünellerin oluğu da bilinmektedir.
http://www.bestoffrm.com/104741-agarta-ve-sambalaagarta-ve-sambala-yeralti-uygarliklari.html
Bilinmeyenin Boyutu Nedir?

Bölge haklı mevcut bütün  yeraltı şehirlerinin birbirine tünellerle bağlı olduğunu iddia ederler. Bu  durumda bölgenin altı bir örümcek ağı gibi tünel şebekeleri ile örtülü oluyor.  Bu tünellerin hemen hemen hepsi bugün ya duvar örülerek ya da göçükler yüzünden  kullanılmaz durumdadır. Yakın gelecekte de bunların açılması için herhangi bir  çalışma yapılmasını beklemek mümkün değildir. Yeraltı şehirlerinin yeniden  keşfedilmeleri ve ziyarete açılmaları o kadar eski değil. Mesela, yetkili  kimseler Derinkuyu diye bir yer olduğunu ancak 1963' te keşfedebilmişler. Bu  şehirleri ilk defa gezen bir kimseyseniz hayretler içinde kalmamanız, hayran  olmamanız mümkün değil fakat bilmelisiniz ki, gezdiğiniz yerler yeraltı  şehirlerinin bugün bilinen kısımlarının ancak onda biridir. Geziye açık olan ve  aydınlatılmış kısımların haricinde çok geniş bir alan ve bir sürü çıkış kapısı  daha vardır. Tabii bunlar bilinenler. Bilinemeyen kısımların ne nitelikte olduğu  konusu ise doğal olarak meçhul. Ancak, örneğin Derinkuyu' nun altında en 3 ile 8  kat kadar bir derinlik olduğu arkeologlar tarafından tahmin ediliyor. Aslında  Kapadokya ve yeraltı hakkında bazıları arkeolojik, bazıları turizm amacıyla  yazılmış olan Türkçe ve hemen her dilde yayınlanmış olan yüzlerce kitap  mevcuttur. Konuyu bu açıdan merak edenler söz konusu kitapları turistlik eşya  satışı yapan her dükkandan alabilirler ve gerek kaya kiliselerinin, gerek  yeraltı şehirlerinin bilinen her ayrıntısını, derinliklerini, ölçülerini kısaca  herşeyi öğrenebilirler.

İnkalar Hazinelerini  Yeraltına Sakladılar

Kaymaklı ve Derinkuyu konularında daha ileri  gitmeden önce dünyanın değişik yerlerindeki benzeri yerleri ve bu yer hakkındaki  araştırma ve iddaları kısaca hatırlamamız yerinde olur. Bizdeki gibi yeraltı  şehri ismi verimemiş de olsa dünyanın değişik yerlerinde bir sürü tünel şebekesi  mevcuttur. Bu tünellerini birçoğu günümüzde bilinmektedir fakat hepsi de belli  yerden sonra tıpkı bizim yeraltı şehirlerimiz gibi taş, toprakla dolmuş ya da  doldurulmuştur. Güney Amerika' da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında Eski İnka  uygarlığından kalma bir çok tünel olduğu söylenir. İspanyol yağmacılarının en  önemlisi olan Pizarro' nun ordusundaki bir asker rahip olan Cieza de Leon, son  İnka imparatoru olan Atahualpa' nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden 4, 5 yıl  sonra yazdığı notlarda, İnkalar' ın, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini  bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar. Bu gizli yerler  dağların altında oyulmuş olan tünel sistemleriydi. Bu fikri aslında İngiliz  Arkeoloğu Harold Wilkins' in de buşunduğu birçok bilimadamı desteklemektedir.  Başka br görüşe göre ise, söz konusu tünel sistemleri son derece ileri bir  uygarlık tarafından binlerce yıl boyunca oyulmuştur. Güney Amerika' daki tünel  sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değildirler. En fazla bilineni,  Lima' yı, Peru' nun eski başkenti olan Cuzco' ya bağlayan ve sonra da Bolivya  sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir. Eski belgelere göre bu tünellerde  çok zengin Kralın mezarı vardır. Ama bugün kimse tünellerde hazine aramayı  düşünmüyor, çünkü tüneller hemen hemen tamamen toprak doludur, temizlenmeleri,  içlerinden çıkması olası olan hazinelerden çok daha pahalıya malocaktır.  Tünelleri araştırmış olan bilimadamlarının çoğunluğu da, bunları İnka tarafından  kazılmayacağı konsunda hemfikirler.

Antik Çağ ,Antik Çağ duvar örgü biçimleri

Antik Çağ duvar örgü  biçimleri

Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra  sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar  örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı  Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.

Bosaj  duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön  yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü  biçimi...

Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız  olarak yapılmış duvar örme şekli...

Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır,  ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok  işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden  sonra kullanılmaz.
http://www.bestoffrm.com/140518-antik-cag-antik-cag-duvar-orgu-bicimleri.html
Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık  olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar  örgüsü...

İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız  Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan  çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir  ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.

Lelegler,Lelegler uygarlığı,Lelegler nerede yaşadı

Antik çağlarda Ege'de "Karia" olarak adlandırılan bölge, Bodrum Yarımadası  dahil, kabaca günümüzdeki Muğla ilini içine alan bir bölgeydi. Batı Anadolu'da  eski Yunanlılar'dan önce "Mis"ler, "Leleg"ler ve "Kar"lar oturuyorlardı. Misler  Anadolu'nun kuzeybatısında, Karlar güneybatıda, Lelegler de Bodrum  Yarımadası'nda yaşıyorlardı. Eski Yunan kaynaklarına göre bu iki halk, (Karlar  ve Lelegler), Pelasg'larla birlikte Ege'nin en eski halkıydı. Daha sonraları  Karia'mn kuzey kıyılarını İonlar, güney kıyılarını da Dorlar ele  geçirmişlerdi.

Lelegler hakkında bilgi veren ilk en önemli kaynak, ünlü  tarihçi Herodot... Onun anlattığına göre, eski Yunanlılar Miletos'a ilk  geldiklerinde burada Karialılar bulunuyordu. Giritliler, ona "Karialılar'm  eskiden adalarda oturduğunu, destanlarda adı geçen Girit Kralı Minos'a bağlı  bulunduklarını ve daha o zamanlarda bile 'Lelegler' diye anıldıklarını" kendi  masalsı bilgilerinden aktarmışlardı. Tarihçinin Giritlilerin ağzından yaptığı bu  aktarmanın önemi, daha sonra aynı bilgiyi Karialılar'm ağzından da yapmış  olmasında yatıyordu. Herodot, yapıtında Lelegler'le Karialılar arasında hiçbir  ayrım gözetmemişti. Üstelik yapıtının bir yerinde "Karialılar'a eskiden Leleg  denildiğinden de söz etmişti...

Lelegler çok eski bir dönemde yaşadıkları  için bunlar hakkındaki tüm veriler antik yazar ve tarihçilerin verdiği bilgilere  dayanıyor. Günümüz kazılarında her ne kadar Miken ağırlıklı seramikler çıkıyorsa  da, kimi uzmanlar Miletos'un da Lelegler tarafından kurulduğunu savunuyor. Bütün  bunların yanında Lelegler'i ilginç yapan en önemli konu, kireçsiz ve harçsız  yapılarının tüm izlerinin binlerce yıl sonra bile hala izlerinin sürülebiliyor  olması... Günümüz batı kültürüne kaynaklık ettiği öne sürülen Eski Yunan  uygarlığının tüm baskısına rağmen bunların silinememiş olduğu  gözleniyor.

Lelegler hakkında ilk ve temel bilgileri veren Herodrot "Şu  üç şeyi onlar bulmuşlar ve Yunanlılar da onlardan almışlardır" deyip başlıyor  anlatmaya... "Savaş başlığının üzerine konan sorguç, kalkan üzerine işaretler  kazımak bize onlardan geçmiştir. Kalkanı tutmak için kulp yapmak da yine onların  buluşudur. O zamana kadar kalkan elle kulpundan tutulmaz, boyundan geçirilen bir  kayışla sol omuz üstüne alınır ve böyle kullanılırdı..."

M.Ö. IV. yüzyıl,  yarımadaya ve Lelegler'e büyük değişiklikler getirmiş, Karia bu sıralarda  yeniden Pers denetimi altına girmişti. Bölge büyük Pers kralının atadığı bir  "satrap" tarafından yönetiliyordu. Yüzyılın başlarında satrap olan Hektadomos,  M.Ö. 377 yılında satraplığı oğlu ünlü Mausolos'a bırakmıştı. Mausolos da, o  sırada küçük bir yerleşim yeri olan Halikarnassos'u askeri savunmaya uygun  bulup, başkentini Mylasa'dan buraya taşıdı. Satrap, burada yeni ve büyük bir  başkent kurmayı tasarlamaktaydı. Mausolos'un bu amaçla yaptığı işlerden biri de,  komşu Leleg kasabasının halkını, kimi zaman zor kullanarak yeni başkente, yani  Halikarnassos'a getirip büyük alana yerleştirmesiydi.

Bu olaydan sonra  Lelegler'in sayısı yarımada üzerinde azalmaya başladı. Ancak Myndos ve Syangela  varlıklarını sürdürdüler. Fakat Mausolos, bu iki kenti de daha büyük alanlarda  yeniden kurdu. Böylece Myndos ile Syangela Mausolos'un yeni başkentine  bağlanmamışlardı. Syangela giderek Thiangela'ya dönüştü ve Leleg özelliğini  yitirdi. Böylelikle hemen tüm Karia Yunanlılaşarak bir Yunan ili durumuna geldi.  Myndos'ta ise bir nüfus azalması sorunu yaşanıyordu. Kent nüfusu bir türlü  beklenilen sayıya ulaşmamıştı. Söylentiye göre, bu sıralarda kenti ziyaret eden  filozof Diogenes, kapıların kente oranla çok büyük olduğunu görerek,  Myndoslular'a, "Kentin akıp gitmemesi için kapılarını kapalı tutmasını  önermiş"ti...

Lelegler'in yanmada üzerinde çok sayıda yerleşmeleri vardı.  Günümüzde, Bodrum Yarımadasının en batı ucunda bulunan Gümüşlük, bir zamanlar  "Eski Myndos" adıyla anılan bir Leleg yerleşim yeriydi. Ancak, yapılarında harç  kullanmadıkları için zaman içinde hemen tamamı yerle bir oldu. Sadece yanmada  üzerinde bugün Lelegler'e ait dokuz büyük yerleşme kalıntısı  bulunuyor.

M.Ö. 1500 ile M.Ö. 400 yıllarına kadar varlıklarını sürdüren  bu toplumun bölgede kurduklan kentlerin adlan şöyleydi: Eski Myndos'tan başlamak  üzere, yarımada üzerinde "Termera", "Uranium", "Telmissos", "Madnasa", "Side" ve  "Pedasa"... Yarımadanın ya da bir başka deyişle, Bodrum'un (Halikarnassos)  batısında da iki büyük kent kalıntısından da söz etmek mümkün... Bunlar da  "Syangela" ile "Thiangela" adındaki kale kentler..

Fakat, bunlar  birbirinin devamı gibiler. Ünlü coğrafyacı Strabon ise Bodrum Yarımadası'nda  Lelegler'in 8 kent kurduğunu yazıyor. Plinius ise yarımadada Lelegler'e ait 6  kentin adını veriyor. Ancak, bu kale kentlerin dışında yarımadada çok sayıda  küçük yerleşmeler ve yapılar da mevcut. Bu, kasaba ya da kale yerleşmesi  şeklinde nitelendirilebilecek kentlerin "kurgan" ya da "birleşik yapılar" olarak  adlandırılan ilginç mimari yapılar vardı.

Gümüşlük limanının önünde  bulunan ve kenti doğal kale gibi örten küçük yarımadanın üzerindeki uzun sur  kalıntısı arkeologlarca "Leleg Suru" olarak tanınıyor. Yerine göre yaklaşık 1-3  m. eninde ve 200 m. uzunluğundaki bu surun günümüzde çok az temel kalıntısı  görülebiliyor. Yöreyi ayrıntılı bir biçimde araştıran George Bean'e bile,  "Yarımadayı böylesine ikiye bölmenin anlamı neydi?" diye sordurtan bu dev  duvarın, 3.500-4.000 yıl önce Lelegler tarafından, bugün bile sorun olan Kardak  dahil tüm diğer Yunan Adalan'ndan gelecek bir tehlikeye karşı yapıldığına hiç  kuşku yok...

Leleg mimarisiyle ilgili bir diğer ilgi çekici nokta da, tüm  yerleşmelerin dağların en yüksek doruklarında kurulmuş olmaları ve bu yapıların  genel planlarındaki ortak yöndü. Günümüzde ıssız ve uzak ören yerleri olarak  bilinen bu yerleşim alanlarının tepe doruklarındaki konumlan, denizi ve çevre  adalarını gözetlemede çok stratejik bir öneme sahipti. Kıyıları gözetleyen tüm  Leleg kent ve kasabaları dumanla haberleşiyordu. Bugün kimi yaşlı yöre insanının  yakın zamanlarda bile bu tepelerden dumanla haberleşildiğini hatırlaması, bu  geleneğin binlerce yıldan günümüze aktarıldığını kanıtlıyor.

Günümüzü  ilgilendiren bir başka ilginç yön ise, bu kalıntıların hiçbirinde Lelegler'e ait  kazı çalışmasının yapılmamış olması... Lelegler hakkında bugüne kadar yapılan en  kapsamlı yüzey araştırması, ünlü Alman arkeolog Dr. Wolfgang Radt'a ait... Uzun  yıllardan beri Bergama kazısı başkanlığını yapan Dr. Radt, 1960'k yıllarda  Bodrum Yarımadasının Lelegler'e ait önemli bir bölümünü mimari açıdan  araştırmıştı. Doktora tezi kapsamında yaptığı çalışmasını da daha sonra Leleg  mimarisiyle yapılmış en kapsamlı araştırma olarak yayımlamıştı.

Dr.  Radt'a göre, Leleg mimarisi "arkaik ve bölgesel bir yapıda"... Yapıların ilginç  bir yanı, taşların arasında hemen hiç harç kullanılmamış olması... Bu nedenle  büyük taşların dışında kalan yapı elemanları, Diogenes'in dediği gibi adeta akıp  gitmiş... Fakat Dr. Radt, "Bu arkaik ve primitif özellikli Leleg mimarisinde  öyle bir yapı türü var ki, şimdiye kadar hiç bir mimari tarzda bulunmuyor"  diyor... "Bunlar, dağların yüksek yamaçlarında inşa edilmiş yuvarlak ve çok  amaçlı yapılar. İç içe iki surdan oluşan bu yapılar arasında yarıçapı 20 m.  olanlar var. İç içe geçmiş surlar birbirlerine içteki bir noktadan değecek  biçimde inşa edilmiş ve üstleri kapalı...

Burada çobanlar yaşıyor olmalı;  ortadaki geniş avluda da hayvanlar... Ancak, yapının tamamının üstünün örtülü  olup olmadığım bilemiyoruz. Belki belli bir yükseklikten sonra ağaçlarla  örtüyorlardı. Hayvanlarını hem korsanlardan hem de kaplan gibi vahşi  hayvanlardan korumak için bu yapıların duvarlarını çok kalın ve yüksek inşa  ediyorlardı. Bunların çağlar içinde, M.Ö. 8-7 yüzyıldan başlayıp Roma dönemine  kadar adım adım değişmeler gösterdiğine tanık oluyoruz. Özgün Leleg tipinde  olanlar bütünüyle yuvarlak bir plan sergiliyor. Bölgenin Helenleşmesine paralel  olarak, bu yapılarda köşeli ilaveler ve kulemsi görüntüler ortaya çıkıyor. Yani,  bir tür evrimleşme başlıyor. Roma dönemine gelindiğinde ise bu özgün tip yapılar  kendi özelliklerini iyice yitiriyorlar..."

Lelegler, Roma çağlarına doğru  geldikçe, yalnız mimari açıdan değil, toplum olarak da giderek erimişler. İzleri  neredeyse kaybolmak üzere bir Anadolu yerli halkı olan Lelegler'in özellikle de  şimdiki Bodrum Yarımdası'nda yaşamaları ilginç .. Çünkü, günümüzde böylesine  popüler olan bir bölgede binlerce yıl önce yaşamış eski bir halk karşısında, hem  Bodrum meraklılarının hem de arkeologların ilgisiz kalması bir çeşit ihanet...  İnsanınkendi geçmişine, kendi kültürüne,kendi geleceğine  ihanet....

Mausolos'un kurduğu kent: Thiangela.

Bir dağ kenti olan  Thiangela'nm güney tarafı daha az sarp olup saldırıya açıktı. Şehrin kuleli ana  kapısı buradaydı ve bu yüzden sur yer yer kulelerle takviye edilmişti. Bu  cephenin batı ucundaki tepeye dışında çok sayıda da, "çiftlik evi", dört kuleli,  kare planlı bir hisar yapılmıştı. Bu hisar şehrin zayıf olan batı-güneybatı  tarafını güven altına alıyor ve bu yüzdeki şehir kapısını da  koruyordu.

Surların planı burada hilale benziyordu. Hisar da bu hilalin  bir ucunda yükseliyordu. Hisara şehirden, dirsekli ve üzeri yalancı tonozla  örtülü bir kapıdan giriliyordu. Güneydoğudaki kulenin yanında, sur duvarına  açılan küçük bir kapı vardı. Bu kapıdan, hisarın önündeki kavisli iki siper  duvarına ulaşmak ya da düşmana saldırmak mümkündü. Thiangela, Mausolos'un  kurduğu bir kentti. Surların inşa tarihi kesinlikle 4. yüzyılınikinci çeyreği  olarak kabul edilebilir. Kent, aynı yüzyılın sonunda, Karia'da bir krallık  kurmaya kalkışan ve kendi adına sikke de basan Makedonyalı Eupolemos tarafından  kuşatılmış ve şarta bağlı olarak teslim olmuştu.

Antik Çağ'ın NATO'su:  Delos Birliği...

Hellespontos ve Bosphoros kıyılarının Persler tarafından  ele geçirilmesinden sonra, Helen güçlerinin başkomutanı olan Sparta Kralı  Pausanias'ın sert davranışları, bağlaşık devletleri ondan soğutmuş ve onlar da  Atina çevresinde kümelenmişlerdi. Atina, başlangıçta gönüllü bir nitelik taşıyan  bu birliğin önderi oldu. Birliğin üyelerine düşen yükümlülükleri, hangi kentin  ne sayıda savaş gemisi sağlayacağını ya da ne tutarda yıllık gider katkısı  ödeyeceğini saptadı. Toplanan paralar Delos Adası'nda toplanıyordu.

Daha  sonra Atinalılar ilk olarak Miltiades oğlu Kimnon komutasında bir donanmayla,  Thrakia-Make-donya sınırında, Strymon Çayı ağzındaki İran bağımlısı Eion kentini  alıp (M.Ö. 475) halkını köleleştirdiler. Ege Denizi'nde Skyros ve Euboia  (Eğriboz) Adası'ndaki Karystos kentini ele geçirdiler. Bu sırada Naxos Adası  birlikten ayrılmak istedi, fakat adanın kenti Atina birliklerince kuşatıldı ve  kent de birliğe tekrar geri dönmek zorunda kaldı. Bu olay, Delos Birliği'nin bir  Atina bağımlıları topluluğuna dönüşmesinin ve gönüllü bağlaşıklar birliği  olmaktan çıkışının başlangıcıydı (M.Ö. 467)...
http://www.bestoffrm.com/140517-leleglerlelegler-uygarligilelegler-nerede-yasadi.html
Bu arada Leleg kentleri de  bu Delos Birliği'nin üyesiydiler. Myndos kenti birliğe onikide bir talent haraç  ödüyordu. Bu miktar Myndos'un küçük bir kasaba olduğunu gösteriyor. Pedasa kenti  ise Delos Birliği'ne iki talent haraç ödemekteydi. Kıyıdaki Halikarnas sos'un  1.65 talent ödediği düşünülürse, dağlık Pedasa'nın ödediği miktar oldukça  iyiydi. Termera kentinin ise birliğe ödediği iki buçuk talentlik haraç Mydos'un  yükümlülüğünün tam 30 katıydı. Madnasa kenti ise, birliğe önceleri iki talentlik  haraç ödemesine karşılık, sonraları bu haraç bir talente kadar  düşürülmüştü.

Yarımadadaki bir diğer Leleg yerleşmesi Side, ya birliğin  dikkatinden kaçmış olabileceği ya daçok küçük olduğu için haraç ödemiyordu.  Uranium adındaki kent debirliğe bağlı olmasına karşın çok önemsiz bir haraç  ödüyordu. Syangela ise Delos Birliği'ne, kendisine bağlı mynanda ile birlikte  bir talent haraç ödüyordu.

Antik Çağ duvar örgü  biçimleri

Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra  sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar  örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı  Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.

Bosaj  duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön  yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü  biçimi...

Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız  olarak yapılmış duvar örme şekli...

Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır,  ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok  işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden  sonra kullanılmaz.

Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık  olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar  örgüsü...

İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız  Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan  çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir  ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.

Akadlar ,Akad uygarlığı,Akadlar kimdir,Akadlar nerde yaşadı

*        Sami kökenlidirler.

*        Akade adlı başkentleri vardır.  (Tarihte bilinen ilk merkezi devlet veya imparatorluktur.)

*        İlk  düzenli ordu Akadlar’da görülür.

*        Tarım gelişmiştir. Su kanalları  yapmışlardır.

*        Zafer anıtı ve Agade tapınakları mimari  eserleridir.
http://www.bestoffrm.com/140515-akadlar-akad-uygarligiakadlar-kimdirakadlar-nerde-yasadi.html

Akadlar Sami kökenli bir topluluktur. Sümerler döneminde Mezopotamya’ya göçen  bu topluluk Sümer kültürünü benimsemiştir. Sümerler sonrasında Mezopotamya’nın  lideri konumuna gelen halk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncüsü Akkadlar  olmuştur. Ayrıca Akkadlar daha sonra Mezopotamya’da güçlü konuma ulaşacak yine  Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Akkadlar,  Sümerlerden farklı olarak kent krallıklarından ziyade Evren veya Dünya krallığı  kavramını Mezopotamya’ya getirmiştir. Bölgenin merkezi bir idare eline geçmesi  de ilk kez Akkadlar döneminde olmuştur. M.Ö. 2150′de güçlenen Sümerliler bu  devleti yıkmışladır.
 Akkad hanedanının kurucusu kral Sargon’dur. Agade isimli bir başkent kuran  Sargon kayıtlara göre 34 savaş yapmıştır. Yine de Sargon’a dair bilgilerde  mitoloji ile gerçeklik karışıktır. Sargon’un torunu olan Akkad kralı Naram-Sin  de dedesinin yolundan gitmiş birçok sefer yapmıştır. Fakat Naram-Sin’den sonra  bölgedeki güç dengeleri değişmiş ve Akkadlar düşüşe geçmiştir. Kısa bir süre  içinde Zagros Dağları’ndan inen ve işgale başlayan Gutiler yönetimi ellerine  geçirmişlerdir.
 Üçüncü Ur Hanedanı
 Akkadların yönetimindeki zayıflıklar nedeniyle, birçok kentin yönetici  hanedanı yönetimi tekrar ellerine geçirmişlerdir. Bu kentlerden öne çıkanı Ur  kenti ve yöneticisi 3. Ur Hanedanıdır. Hanedan Akkadların izinden giderek bütün  bölgeyi kontrol altına almak istemiştir. Yaklaşık 100 yıl kadar (M.Ö. 2100-M.Ö.  2000) süren bir dönemde Ur kenti Mezopotamya’nın en büyük siyasi gücü olmuştur.  Dönemlerinin sonu yoğun göçler ve çevre toplulukların saldırıları ile gelmiş ve  yönetimleri zayıflamıştır. Ur Sülalesinin yönetiminin sonu aynı zamanda  Sümerlerin Mezopotamya’daki yönetimlerinin sonu demektir. Daha sonra Sümer  kökenli olmayan kavim ve sülaleler egemen olmuşlardır. Yine de bu dönem  kültürel, dini ve mimari açıdan medeni gelişimi büyük oranda etkilemiştir.

Kiklad,Kikladlar,Kiklad Uygarlığı ,Kiklad Uygarlığı hakkında bilgi

Kiklad  Uygarlığı

Vikipedi, özgür  ansiklopedi

Kiklad Uygarlığı, ([I]diğer adları ile Kiklad  Kültürü, Kikladik Periyod[/I]) Ege Denizi içinde kalan, bugün Tavşan Adaları  olarak adlandırılan, adalarda yaşayan Kikladlar'ın M.Ö. 3000 - M.Ö.  2000 yılları arasında, Erken Tunç Çağı'nda kurdukları  medeniyet
Köken


Yapılan tüm kazı ve araştırmalarda bulunan  eserler, belirli bir çağa geldikten sonra ortaya çıkmış eserlerdir. Bulunan  ögelerin hiçbiri bize hemen hemen Kikladların ne zaman, nereden buralara  yerleştiği hakkında bilgi vermez. Bir çok tarihçi Kikladların, Yunanistan  topraklarına ve adalara başlayan göç hareketi sırasında buralara Anadolu'dan  geldiği konusunda birleşir. Bir kısım tarihçi ise Kikladlar'ın Truva şehirleri  ile bağlanıtlı olduğu görüşünü savunur.
Bir başka görüşse adaların,  Kikladlardan da önce, Karyalılar'ın bir kolu olan kavimlerce bilindiği ve Delos  Adası'nda onların yaşadığı yönündedir. Fakat bu hipotez 1965 - 1965 yıllarında  gerçekleştirilen kazılarda çürütülmüş, bahsedilen tarihlerde adada Kikladlar'ın  çoktan yerleşmiş olduğu saptanmıştır.

http://www.bestoffrm.com/140514-kikladkikladlarkiklad-uygarligi-kiklad-uygarligi-hakkinda-bilgi.html
Tarih
Geç Cilâlı Taş  Devri'nde Kiklad Uygarlığı'nın en önemli özelliği, güneyde Girit'te doğacak olan  Orta Tunç Çağı Minoan Uygarlığı'ndan çok önce yapılmış, yaşadıkları adanın saf  bayaz mermerlerinden imâl edilmiş düz kadın tanrıça heykelleridir. Fakat bu  eserler 20. yüzyıldan beri mezarlardan yağmalanarak pazarlanmaktadır.
Kiklad  kültür ve uygarlığı zamanın değiştirici etkilerine ve toplumu şekillendiren  olaylaraın oluşuna göre üç ana bölüme ayrılarak incelenir. Erken, Orta ve Geç  Kikladik Uygarlık olarak adlandırılan bu üç bölümden Erken Kiklad Dönemi M.Ö.  3000'lerde başlamış ve M.Ö. 2000'lere gelindiğinde Kiklad kültür ve Uygarlığı  son demlerini yaşamış, Minoan Uygarlığı ile köklü bir kültürel etkileşime  girmiştir. Ve bu nedenle M.Ö. 2000'li yılların Kiklad Uygarlığı'nın kültürel  olarak mı yoksa kronolojik olarak mı bittiği konusunda görüş ayrılıkları vardır.  Etkisi altında kalınan kültüre göre yapılan sınıflandırma aşağıdaki  gibidir:

HİTİTLER (ETİLER),HİTİTLER (ETİLER) NEREDE YAŞAMIŞTIR,HİTİTLER (ETİLER) MEDENİYETİ

HİTİTLER (ETİLER) :
*Anadolu medeniyetinin temelini oluştururlar.
*M.Ö. 2 bin yılında Anadolu’da Kızılırmak çevresine yerleşmişlerdir.
*Şehir devletlerinden merkezi krallığa geçmişlerdir.
*Merkez Hattuşaş’tır. (Çorum – Boğazköy).
*Hükümdarlar rahip-kral özelliği gösterirler.
*Tavananna denilen kraliçe yönetimde etkilidir.
*Soylulardan oluşan “Pankuş Meclisi” önemli kararların alınmasında etkilidir. (Meşrutiyet rejiminin ilk örneği.)  http://www.bestoffrm.com/
*Çok tanrılı din vardır. Bu dönemde Anadolu’ya “Bin tanrı ili” denir. Ahiret inançları zayıftır.
*Aile hukuku gelişmiştir. (Medeni hukukun temelini atmışlar.)
*Çivi ve resim yazılarını kullanmışlardır. (Anadolu’da tarihi çağlar Asurlar’ın yazıyı geliştirmesiyle başlar.) http://www.bestoffrm.com/
*Frigyalılar tarafından yıkılmışlardır.
*Anadolu’da demir çağını başlatmışlardır.
*Yıllıklar (Anal) tutmaları ile tarih yazıcılığını başlatmışlardır.

*İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları önemli eserlerindendir.

MISIR MEDENİYETİ,MISIR MEDENİYETİNİN ÖZELLİKLERİ

MISIR MEDENİYETİ:
*Kapalı bir bölge olduğu ve toplumun tutuculuğundan dolayı çevreden fazla etkilenmemişler, bu yüzden tarih öncesi dönemleri sırasıyla yaşan tek toplumdur.
*Önceleri Nom (veya Nomos) denilen şehir devletleri vardır. Sonraları merkezi krallık gerçekleşmiştir. http://www.bestoffrm.com/
*Değişik hanedanlar yönetime hâkimdir.
*Firavunlar tanrı – Kral özelliği gösterirler. (Bu özelliklerinden dolayı hukuk sistemi gelişmemiştir.)
*Çok tanrılı dinler görülür.
*İlk vezirlik (kâtip) sistemi Mısırlılarda görülür.
*Ahiret inancı kuvvetlidir. Bu nedenle mumyacılık ve anıt-mezar (piramit) yapımı gelişmiştir.
*Tıp, eczacılık, kimya, matematik, geometri, takvim, hiyeroglif (resim yazısı) gelişmiştir.
*M.Ö. 1280’de Hititler ile yaptıkları ve Suriye’yi paylaştıkları “Kadeş Antlaşması” bilinen ilk dostluk ve ittifak, aynı zamanda ilk yazılı antlaşmadır.
*Keops, Kefren önemli piramitlerdir.

FENİKE MEDENİYETİ,FENİKE MEDENİYETİ KÖKENİ,FENİKE MEDENİYETİNİN BULUNDUĞU BÖLGE

FENİKE MEDENİYETİ
*Sami kökenlidirler.
*Kuruldukları bölge Lübnan çevresidir.
*Tarımdan ziyade denizcilik ve deniz ticaretinde gelişip koloniler kurmuşlardır.
*Şehir devletleri halinde yaşamışlardır. (Sidon, Biblos, Sayda, Sur)
*Kolonilerine sadece ekonomik amaçlarla gittikleri için uzun süre tutunamamışlardır.

*Alfabeyi (harf yazısı) ilk kez Fenikeliler bulmuştur. (Daha sonra İyon, Yunan ve Romalılar geliştirmiştir, Latin Alfabesi oluşmuştur.)

AKADLAR,AKADLARIN KÖKENİ,AKADLARIN MEDENİYETİ

AKADLAR:
 *Sami kökenlidirler.
*Akade adlı başkentleri vardır. (Tarihte bilinen ilk merkezi devlet veya imparatorluktur.)
*İlk düzenli ordu Akadlar’da görülür.
*Tarım gelişmiştir. Su kanalları yapmışlardır.
*Zafer anıtı ve Agade tapınakları mimari eserleridir.http://www.bestoffrm.com/

SÜMERLER,SÜMERLER KİMDİR,SÜMERLER NEREDE YAŞAMIŞLARDIR,SÜMERLERİN MEDENİYETİ

SÜMERLER:
 *Orta Asya kökenlidirler. M.Ö. 4000 yılında güney Mezopotamya’ya gelmişlerdir.
*Şehir devletleri halinde yaşamışlardır. (Ur, Uruk, Kiş, Lagaş, Nippur)
*Rahip – Kral özelliği görülür.
*Çok tanrılı inanç vardır, ahiret inançları zayıftır.
*Ziggurat denilen çok katlı, çok amaçlı tapınakları vardır.
*M.Ö. 3500 (yaklaşık) yılında çivi yazısını bulmuş ve tarihi çağları başlatmışlardır.
*Urgakina kanunları tarihte bilinen ilk yazılı kanunlardır. (Bilinen ilk hukuk devleti Sümerler).
*Kanunlar hafiftir ve fidye esası vardır.
*Gılgamış, Yaratılış, Tufan gibi dini nitelikli destanları vardır.
*Herkes askerdir.
*Taş olmadığı için kalıcı mimari eserleri yoktur.

*Astronomi, takvim, matematik gelişmiştir.

İSKİT MEDENİYETİ (SAKA TÜRKLERİ),İSKİT MEDENİYETİ (SAKA TÜRKLERİ) NEREDE KURULMUŞTUR?

Önce Orta Asya’da görülen İskitler, Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara gelerek yerleşmişlerdir. Atlı göçebe yaşamışlar, hayvancılıkla uğraşmışlardır. 
Alper Tunga ve Şu adlı destanları vardır. Anadolu’ya kadar akınlarda bulunmuşlardır. Bilinen ilk Türk topluluğudur.

VİYANA KONGRESİ,VİYANA KONGRESİNİN YAPILMA AMACI

VİYANA KONGRESİ (1815)

Napolyon’un alt üst ettiği Avrupa’nın siyasi haritasına yeni bir düzen vermek amacıyla Osmanlı Devleti ve Fransa haricinde bütün Avrupa devletlerinin katılımıyla toplanmış ilk uluslararası kongredir. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı fikirler göz ardı edilerek Avrupa’nın yaklaşık 100 yıllık haritası çizilmiştir. Buna rağmen fikirlerin yayılması engellenememiş ve yeni mücadelelere sebep olmuştur.

FRANSIZ İHTİLALİ,FRANSIZ İHTİLALİ SEBEBİ,FRANSIZ İHTİLALİ SONUÇLARI

FRANSIZ İHTİLALİ (1789)
Sebepleri :
* Sınıflar arası önemli farklılıklar
* Halkın son derece fakir olması
* Hastalıklar ve kıtlıklarla ülkenin sarsılması
* Krallık rejiminin baskıcı yönetimi
* Bazı Fransız aydınlarının (J.J. Russo, Volter ....) halkı etkilemesi
* İngiltere ve Amerika’daki demokrasi çalışmalarının etkisi
* Yedi Yıl Savaşları’nın sonucunda yeni vergiler konması
* Burjuva sınıfının yönetime katılmak istemesi
Sonuçları :
* Yeniçağ bitmiş, Yakınçağ başlamıştır.
* Milliyetçilik fikri ortaya çıkmıştır.
* Mutlak krallıklar yıkılmış, milli devletler kurulmuştur.
* Eşitlik, hürriyet, adalet gibi kavramlar yaygınlaşmıştır.
* İlk kez insan hakları evrensel bildirisi yayınlanmıştır.
* Yönetim burjuva sınıfının seline geçmiştir.
* Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına sebep olmuştur.

* İlk kez laik hukuk kuralları ortaya çıkmıştır

7 YIL SAVAŞLARI,7 YIL SAVAŞLARININ NEDENLERİ

7 YIL SAVAŞLARI (1756 – 1763)
http://www.bestoffrm.com/
İngiltere ile Fransa arasında Amerika’daki sömürgelerin paylaşılamaması yüzünden ortaya çıkmıştır. Sonuçta İngiltere galip gelerek Kanada’nın bir kısmını ele geçirmiştir. Fakat 7 Yıl Savaşları iki tarafında çok büyük ekonomik sıkıntı içine düşmesine sebep olmuş, Fransa kendi halkına, İngiltere ise Amerika’daki kolonilerine yeni vergiler koymuşlardır. Bütün bunlar bir taraftan Fransız İhtilali’ne, öte yandan Amerika’nın bağımsızlığını kazanmasına sebep olmuştur
http://www.bestoffrm.com/

30 YIL SAVAŞLARI,30 YIL SAVAŞLARININ NEDENLERİ

30 YIL SAVAŞLARI (1618 – 1648)
Katolik Almanya’nın protestanlarla mücadelesidir. Fransa kendisi de katolik olmasına rağmen, Almanya’nın güçlenmesi işine gelmediği için protestanların yanında savaşa girmiş ve sonuçta 1648–Westfalya Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre protestanlık yeniden serbest bırakılmış, mezhep kavgalarına son verilmiştir. Papanın onayına sunulmayan ilk antlaşmadır.
http://www.bestoffrm.com/
Savaşın başlaması dini, gelişmesi ise siyasi sebeplere dayanır.

http://www.bestoffrm.com/

RÖNESANS HAREKETLERİ


Rönesans Hareketleri Nedir?:
 15. Y.y. sonları ve 16. Y.y. başlarında İtalya’da ortaya çıkan edebiyat, güzel sanatlar, mimari ve bilim alanındaki önemli gelişmelere denir.


Rönesans Hareketlerinin Nedenleri :


*Coğrafi Keşifler’le zenginleşen burjuva sınıfının “mesen” denilen koruyucu aileler oluşturması*Matbaanın gelişmesi ve kağıdın yaygınlaşması*Arka arkaya, dahi denilebilecek sanatçıların yetişmesi*İstanbul’un fethi ile bazı bilim adamlarının İtalya’ya gitmesi*Endülüs Emevileri’nin etkisi*Antikide eserlerin incelenmesi*Güzel sanatların olgunlaşması
http://www.bestoffrm.com/