Harappa Uygarlığı (M.Ö. 3000 - 1500)
Yakınlardaki Khambaht Körfezi keşfine dek, arkeologlar tarafından Hindistan'da araştırılan en eski kentleşme merkezleri kalıntıları arasında günümüzde Pakistan'da bulunan İndus nehri kıyısındaki Harappa ve Mohenjo-Daro vardır. Khambaht Körfezi keşfinde herhangi bir şey esrarengiz ve çok kadim Harappa uygarlığındaki buluntulara benzeyecek mi?
devamı http://www.bestoffrm.com/104742-harappa-uygarligiharappa-uygarligi-hakinda-detayli-bilgi.html
13 Şubat 2015 Cuma
Kral Arthur ve Kutsal Kâse ,Kral Arthur ve Kutsal Kâse hakkında detaylı bilgi
KUTSAL KÂSE
Myrddin (Merlin) ve Tristan ile Isolde efsaneleri gibi Kutsal Kâse de Arthur efsanelerine daha sonraları eklenen bağımsız bir efsane olabilir. Kâse, 1190 yıllarında Chretien de Troyes tarafından yazılan Fransız şiiri Perceval'de. ilk ortaya çıktığında sakat Balıkçı Kral'ın şatosunda, içinde ayin ekmekleri sunulan süslü bir tabaktır (Eski Fransızca'da graal). Şiir yarım kaldığı için daha sonraki yazarlara kâseyi çok çeşitli biçimlerde sunma özgürlüğü tanınmıştır. Bunlardan bazıları Hıristiyanlık öncesi, Kelt'lerin tılsımlı kazanlar masallarını yansıtır.
Ancak bu masalların en popüleri, kâseyi Son Yemek'in kupasıyla, san graal ya da "kutsal kâse"yle ilişkilendirendir. Ortaçağ söylencelerine göre bu kutsal emanet, Arimethalı Yusuf'un eline geçmiş, onun ailesi de bunu Glastonbury'de adanın ilk Hıristiyan cemaatinin kurulması sırasında Britanya'ya getirmiştir.
Hiç kuşkusuz Glastonbury keşişleri bu efsanenin oluşmasında üzerlerine düşen rolü oynamışlardır. Yine de arkeologlar Glastonbury'de bu ilk Hıristiyan cemaati söylencesinin doğru olup olmadığını merak etmişlerdir. Ralegh Radford 1950'li yılların sonunda manastırın bazı bölümlerinde kazılar yapmıştır. Sakson binalarının altında çok eski zamanlardan kalma bazı yapılar bulmuş ve bunları kurucuların kilisesi olarak tanımlamıştır.
Ayrıca, eski mezarlıklarda Glastonbury keşişlerinin gerçekten dedikleri yerlerde kazılar yapıp eski zamanlardan kalma mezarlar bulduklarını saptamıştır. On yıl sonra Philip Rahtz, yakınlardaki Glastonbury Tor'da yaptığı kazılarda ahşap bina kalıntıları, maden işçiliği molozları ve bu iskânı Arthur dönemine kadar geri götürmesini sağlayan çömlek parçaları bulmuştur.
http://www.bestoffrm.com/104746-kral-arthur-ve-kutsal-kase-kral-arthur-ve-kutsal-kase-hakkinda-detayli-bilgi.html
(Solda) Tintagel'de 1998'de yapılan kazılarda Artognov adının yazılı olduğu taş levha. (Sağda) 8. yüzyıl yapımı olan süslü Ardagh Kupası pek çok çağdaş yazarın Kutsal Kâse imajıdır.
BİR ZAMANLARIN VE GELECEĞİN KRALI
Bu arkeolojik faaliyetlere rağmen tarihi bir Arthur'la özdeşleştirilecek herhangi bir şey bulunmuş değildir. Bu arada, İngiltere ve Amerika'da bir Arthur kitapları sanayii başını alıp yürümüştür. Bu detektif hikâyelerini andıran eserlerde çeşitli Arthur adayları vardır: 2. yüzyıl Romalı generali Lucius Artorius Castus, Bröton savaşbeyi Riothamus, Gwynedd adında pek bilinmeyen bir Galler kralı ve İskoç kralı Âedân mac Gabrâin'in oğlu Artuir.
Bu arada yerel turizm şirketleri, Arthur'un Cornwallı mı, Galli mi, yoksa İskoç mu ilan edileceğini merakla beklemektedirler!
Arthur'un bir parçasını elde etme çabası yeni bir şey değildir. Ünlü İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard, bizzat katıldığı Haçlı Seferi sırasında bir yoldaşına, Excalibur olduğu söylenen bir kılıç vermiştir, VIII. Henry, imparator V. Şarl'a Winchester Sarayı'nda asılı olan "gerçek" Yuvarlak Masa" tablosunu (ancak tabloda Henry'nin kendisinin tıpatıp benzeri vardır) göstermiştir.
Hem İngiliz hem de Galli prensler, kendi siyasal hedeflerini desteklemek için Merlin'in Arthur hakkındaki kehanetlerini kullanmışlardır ve Spenser ve Alfred Tennyson gibi çok sonraki şairler hüküm sürmekte olan kralların zaferlerini büyütmek için Arthur hakkında yeni hikâyeler yazmışlardır. Ortaçağ efsanelerinin çoğunda Arthur'un sonu bir gizlilik perdesiyle örtülü olduğu için, kendisi, her kuşakta yeniden ortaya atılıp tartışılacak, kusursuz bir "geçmişin ve geleceğin" kralıdır.
Myrddin (Merlin) ve Tristan ile Isolde efsaneleri gibi Kutsal Kâse de Arthur efsanelerine daha sonraları eklenen bağımsız bir efsane olabilir. Kâse, 1190 yıllarında Chretien de Troyes tarafından yazılan Fransız şiiri Perceval'de. ilk ortaya çıktığında sakat Balıkçı Kral'ın şatosunda, içinde ayin ekmekleri sunulan süslü bir tabaktır (Eski Fransızca'da graal). Şiir yarım kaldığı için daha sonraki yazarlara kâseyi çok çeşitli biçimlerde sunma özgürlüğü tanınmıştır. Bunlardan bazıları Hıristiyanlık öncesi, Kelt'lerin tılsımlı kazanlar masallarını yansıtır.
Ancak bu masalların en popüleri, kâseyi Son Yemek'in kupasıyla, san graal ya da "kutsal kâse"yle ilişkilendirendir. Ortaçağ söylencelerine göre bu kutsal emanet, Arimethalı Yusuf'un eline geçmiş, onun ailesi de bunu Glastonbury'de adanın ilk Hıristiyan cemaatinin kurulması sırasında Britanya'ya getirmiştir.
Hiç kuşkusuz Glastonbury keşişleri bu efsanenin oluşmasında üzerlerine düşen rolü oynamışlardır. Yine de arkeologlar Glastonbury'de bu ilk Hıristiyan cemaati söylencesinin doğru olup olmadığını merak etmişlerdir. Ralegh Radford 1950'li yılların sonunda manastırın bazı bölümlerinde kazılar yapmıştır. Sakson binalarının altında çok eski zamanlardan kalma bazı yapılar bulmuş ve bunları kurucuların kilisesi olarak tanımlamıştır.
Ayrıca, eski mezarlıklarda Glastonbury keşişlerinin gerçekten dedikleri yerlerde kazılar yapıp eski zamanlardan kalma mezarlar bulduklarını saptamıştır. On yıl sonra Philip Rahtz, yakınlardaki Glastonbury Tor'da yaptığı kazılarda ahşap bina kalıntıları, maden işçiliği molozları ve bu iskânı Arthur dönemine kadar geri götürmesini sağlayan çömlek parçaları bulmuştur.
http://www.bestoffrm.com/104746-kral-arthur-ve-kutsal-kase-kral-arthur-ve-kutsal-kase-hakkinda-detayli-bilgi.html
(Solda) Tintagel'de 1998'de yapılan kazılarda Artognov adının yazılı olduğu taş levha. (Sağda) 8. yüzyıl yapımı olan süslü Ardagh Kupası pek çok çağdaş yazarın Kutsal Kâse imajıdır.
BİR ZAMANLARIN VE GELECEĞİN KRALI
Bu arkeolojik faaliyetlere rağmen tarihi bir Arthur'la özdeşleştirilecek herhangi bir şey bulunmuş değildir. Bu arada, İngiltere ve Amerika'da bir Arthur kitapları sanayii başını alıp yürümüştür. Bu detektif hikâyelerini andıran eserlerde çeşitli Arthur adayları vardır: 2. yüzyıl Romalı generali Lucius Artorius Castus, Bröton savaşbeyi Riothamus, Gwynedd adında pek bilinmeyen bir Galler kralı ve İskoç kralı Âedân mac Gabrâin'in oğlu Artuir.
Bu arada yerel turizm şirketleri, Arthur'un Cornwallı mı, Galli mi, yoksa İskoç mu ilan edileceğini merakla beklemektedirler!
Arthur'un bir parçasını elde etme çabası yeni bir şey değildir. Ünlü İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard, bizzat katıldığı Haçlı Seferi sırasında bir yoldaşına, Excalibur olduğu söylenen bir kılıç vermiştir, VIII. Henry, imparator V. Şarl'a Winchester Sarayı'nda asılı olan "gerçek" Yuvarlak Masa" tablosunu (ancak tabloda Henry'nin kendisinin tıpatıp benzeri vardır) göstermiştir.
Hem İngiliz hem de Galli prensler, kendi siyasal hedeflerini desteklemek için Merlin'in Arthur hakkındaki kehanetlerini kullanmışlardır ve Spenser ve Alfred Tennyson gibi çok sonraki şairler hüküm sürmekte olan kralların zaferlerini büyütmek için Arthur hakkında yeni hikâyeler yazmışlardır. Ortaçağ efsanelerinin çoğunda Arthur'un sonu bir gizlilik perdesiyle örtülü olduğu için, kendisi, her kuşakta yeniden ortaya atılıp tartışılacak, kusursuz bir "geçmişin ve geleceğin" kralıdır.
Atlantis ve Çerkezya ,Atlantis ve Çerkezya hakında bilgi
Efsane söyle baslar; zamanımızdan 11.500 yıl kadar önce genellikle bir çoklarının Atlas Okyanusu’nda olduıgunu iddia ettikleri bir kıta varmıs. Bu ülke insanlııgın, özellikle beyaz-ari ırkın doıgduıgu ve çok üstün bir uygarlııga yükseldiıgi bir adaymıs. Büyüklüıgü Libya ve Asya (Anadolu)’nın toplam alanından daha genismis. Burada Günes’e tapan bir dini ve teknolojide çok gelismis, bilimi benimsemis, çok yüksek kültüre sahip ve çok uygar bir ulus yasarmıs.
Atlantisliler, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi ve Orta Amerika kıyılarına yaptıkları seferler ile ora halklarına bu uygarlıklarını asılamıs ve koloniler kurmuslar. Sık sık olan depremlere ada halkı alısmıssa da yine oldukça zararını görüyorlarmıs. Bir gün çok siddetli depremler sonucu, Atlantis adası tümüyle sulara gömülerek yeryüzünden yok olmus ve silinir gitmis.
Zamanımızdan 2400 yıl kadar önce yasamıs olan eski Atinalı filozof-düsünür Eflatun (Plato) M.S.428-348, Atlantis efsanesini ilk yazan kisidir. Eflatun’a göre, Atinalı Solon, M.S. 6.yüzyılda yasamıstır. Aynı zamanda devlet adamı olan Solon, eski Mısır'ı ziyarete gittiıginde orada büyük itibar görür ve Sais Mabedi rahipleri ile görüsür. Mısır rahipleri Solon'a, Yunan ve Mısır uygarlıklarının daha bir çocuk kadar genç olduklarını ve asıl insanlııgın altın devrinin kendi zamanlarından 9000 yıl önce sulara gömülerek batan ve yok olan Atlantis uygarlııgı oduıgundan sözederler. Solon saskın ancak ilgi ile bu açıklamaları dinler ve ilk kez bir batılı Atlantis’in varlııgını efsane biçiminde de olsa, öıgrenmis olur.
Sonradan bu notlar ve bilgiler Eflatun tarafından “Diyaloglar” adı altında kaleme alınır. Birinci diyalog; Timaeus, ikinci diyalog; Critias, ya da Atlantik’ dir. Eflatun bu iki yazıda Atlantis anakarasını ve gelisimini sonuna dek detayları ile anlatır. (Ilgilenenlere, bu yapıtı okumalarını öneririz)
Bir çok bilgine göre Atlantis, Atlas Okyanusu’nda deıgil, baska bir yerdedir. Örneıgin, Akdeniz'de, Ege’de Tera Adası’nda, Afrika’da, Kuzey Denizi’nde vb. Bazı arastırmacılar ise bu esrarengiz ülkenin Kafkasya'da olduıgundan sözeder. Bunlar, Reginald A. Fessenden, Delisle de Sales, Hermann Wirth gibi tarihçi ve arastırmacılardır.
Atlantis anakarasının Kafkasya'da olduıgu gerçekte ispatlanamayacaıgı ve mantııga aykırı olabileceıgi düsünülebilir, ancak gerçek olan bir sey vardır ki, Kafkasya ile Atlantis arasında çok yakın bir iliski saptanmıstır.
Atlantis’ in sulara batısını izleyen büyük tufanın o zamanki bilinen dünyayı sular altında bırakmıs olması da gerekirdi. Bu tufanda su yüzünde ancak yüksek daıgların kalmıs olabileceıgi de çok olasıdır. Avrupa'nın en yüksek daıgları Pireneler, Alpler ve Kafkas daıglarıdır ve bu bölgede yasayan insanlar en yakın kara olduıgu için tufanda kurtulanlar arasında sayılabilir. Bu büyük felaketten kurtulabilen bazı Atlantisliler'in de böyle daıglık kara parçalarına sııgınarak yasamlarını kurtarabilecekleri de akla gelen bir teoridir. Eflatun da bunu bu sekilde yansıtmıstır.
Uluslar dönem dönem geçirdikleri gelisimleri ve uygarlıkları zamanla unuturlar. Felaketler, tufanlar, depremler çok seyi yok eder, kalan harabeler bir tas yııgınıdır. Bir yüzyıl öncesine dek Mısır halkı hiyeroglifleri okumaktan ve geçmis Mısır’ın üstün uygarlııgının derecesinden habersiz yasıyorlardı. Iranlılar'ın Pers ve Darius hakkında hemen hemen hiçbir bilgileri yoktu. Sonraları arkeolojik arastırmalar aracılııgıyla eski yazılar desifre olunca çok seyler öıgrenildi. Ulusların bugünkü durumlarından çok daha üstün bir uygarlııga sahip oldukları anlasıldı. Yunanlar ve Romalılar da aynı sınıflandırmaya girebilir.
Kafkasya’ya gelince konumuzun içine giren, özellikle Kuzey-Kafkasya birçok efsane ve masallara konu olmus, iklimi, geçmisi, coıgrafyası ve tarihi ve insanları ile çok ilginç bir ülkedir. Özellikle Çerkesya bölgesi, Maikop ve çevresinde 19.yüzyıldan beri yapılan arkeolojik kazılarda çok ilginç ve deıgerli kral mezarları, Katakomb Kültürü ve Uygarlııgı’nın kalıntıları bulunmustur (E. Chantre). Yine sahilde Tuapse' den içerde Osetya’ya kadar olan bölgede (ki burası eski Çerkesya bölgesi olarak kabul edilir) Dolmen denilen tekparça tas yapıtlara rastlanmaktadır. Bunların birer mezar mı yoksa birer anıt mı oldukları henüz belirlenememistir.
Kafkasya’ya iliskin çok yapıt yazmıs olan Ingiliz John F. Baddeley, ikinci yapıtında Kuzey-Kafkasya’da görmüs olduıgu çok ama çok büyük harabelerden sözeder. John F. Baddeley bu bölgede Çarlık zamanında ve sonra uzun soluklu geziler yapmıstır. Baddeley, dünyada bir esinin ancak Bolivya'da, 4000 metre yükseklikte Titicaca gölünün sahillerinde, “Tihuanaco” kalıntılarında görüldüıgü söyler. Bu “devasa" harabelerin nasıl Kafkasya’nın bu yüksek bölgelerine binlerce yıl önce, ne gibi aletlerle ve kimler tarafından yapıldııgı gizemi hala çözülmemistir.
Baddeley'in gördüıgü harabeler Osetya bölgesinde, Kaluat köy sırtlarında, Edisa adı ile anılır. Yazar bu kalıntıları Kafkasyalı arastırmacı Prof. Melitset Bekof ile gezmis ve hayran kalmıstır. Adına “Devler Kalesi” denilen bu yapıtlar yüksek bir plato üzerine kurulmus, birkaç dönümden fazla bir alanı kaplamaktadır. Volkanik olduıgu söylenen ve yüzlerce ton aıgırlııgında kayalardan yapılmıstır. Dikdörtgen seklinde olan duvarlarının kalınlııgı yerine göre üç metreden fazladır. Taslar tekparça bloklardan kesilmis ya da yontulmus deıgildir, sanki kalıptan çıkmıssa benzer, yüzlerce ton aıgırlııgındadır her bir tas. Herhangi bir madde (çimento gibi) ile yapıstırılmamıs olmaları ilginçtir. Oldukça düzgün sekilde aralarında milimetrik bir açıklık olmadan birbirlerine uyum saıglamıslardır. Böylece bu görkemli yapıt insan üstü bir kalıntı görünümü vermektedir. Baddeley’in sorusuna yanıtı, Prof. Melitset Bekof verir. Bu harabelerin Keltler'den kalma olabileceıgini söyler. Ancak Baddeley' e göre bu yapıtın Kafkas-Nart mitolojisine de dayanabileceıgi düsünülebilir.
Bunun gibi daha birçok açıklanamayan gizemlerle dolu Kafkasya'da geçmiste çok büyük bir uygarlııgın bulunduıgu ve orada yasamıs insanları etkilediıgi inkar edilemez. Sonradan halk, deıgindiıgimiz gibi bu büyük uygarlııgı unutmus, basit bir pastoral yasam yasamaya baslamıstır. Ancak en ilginç nokta sudur: Kuzey-Kafkasya halkları, özellikle Çerkes dediıgimiz, Adigeler ilk çaıglardan beri bu ülkenin otokton yerel topluluıgunu olusturmaktadır. Adigelerin, Shabze denilen yazılmamıs ancak en küçük noktasına kadar uygulanan töre ve adetleri, yani bir bakıma anayasaları vardır. 19.yüzyılda Avrupalılar'a oranla yalın bir yasam ve toplum düzeni yasayan Çerkeslerin arasına gelerek yıllarca yasayan Ingiliz arastırmacı ve gezgin James S.Bell, bu insanlar için; “Bütün gördüklerimin bana verdiıgi kanı sudur, genellikle Çerkesler, simdiye kadar tanıdııgım, isittiıgim ve okuduıgum ulusların en kibar ve nazik olanıdırlar" diye yazmıstır.
Yine Çerkesleri 1818-1819 yıllarında ziyaret etmis olan Sövaye Kont T.De Marigny, bu insanların arasındaki terbiye, büyüıge ve kadına saygı, kendilerine sahip olmada gösterdikleri irade ile konukseverlik, fazilet ve inceliklerini uzun, uzun anlatır. Daha da ötesi, eıger aile durumu uygun olsa, bu insanlar arasına yerlesip geri kalan yasamını orada yasamak istediıginden sözeder.
http://www.bestoffrm.com/104744-atlantis-ve-cerkezya-atlantis-ve-cerkezya-hakinda-bilgi.html
Simdi en önemli noktaya gelelim. Yazılı yasaları, polisi, üniversitesi, yazılı bir edebiyatı ve maliye kurumu, para, altın ve diıger deıgerli madenlere dayanan bir ekonomik düzeni olmayan bu toplumun, ilkel, barbar bir kabile düzeni olması gerekirken; halkın birbirini yaıgmalamaya, eıglenceye, içkiye düskün korku ve dehsetin kol gezdiıgi bir düzende yasaması gerektiıgi kosullarda bu nasıl olmamıstır. Tersine bu ilkel kosulların var olduıgu bu toplumda, 1000 yıllık bir gelismeden geçmis bir Ingiliz ulusunun ya da diıger ileri ulusların, eıgitim, yasa ve devlet otoritesi ile gelismis niteliklerine karsın bunlar görülmektedir. Bu ileri ülkelerde bu gibi töreleri ve terbiyeyi uygulamak için, yüzlerce yıllık öıgrenim ve eıgitim ile devamlı yenilenen yasalar yapılır ve bunlar polis, asker vb güçlerle yürürlüıge sokulurken, Çerkeslerde bu gelisme tümüyle doıgal olarak uygulanmakta ve yüzyıllardan beri devam etmekteydi. Rus isgaline dek (1864) baıgımsız Çerkesya'da yalnız konuk olmayan ve izinsiz ülkeye giren yabancılara karsı saldırı ve düsmanca hareket görülmüstür.
Çok eski dönemlerde Araplar büyük tufandan önce var olan bir ada uygarlııgından ve burada yasamıs olan “Ad” diye bir kavimden sözederler. Bu Ad’ın deprem ve tufan sonucu battııgını efsane ederler. Bu batan “Ad” efsanesi, Atlantis efsanesiyle ile aynıdır (Charles Berlitz,Mystery of Atlantis, 1976).
Atlantisliler, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi ve Orta Amerika kıyılarına yaptıkları seferler ile ora halklarına bu uygarlıklarını asılamıs ve koloniler kurmuslar. Sık sık olan depremlere ada halkı alısmıssa da yine oldukça zararını görüyorlarmıs. Bir gün çok siddetli depremler sonucu, Atlantis adası tümüyle sulara gömülerek yeryüzünden yok olmus ve silinir gitmis.
Zamanımızdan 2400 yıl kadar önce yasamıs olan eski Atinalı filozof-düsünür Eflatun (Plato) M.S.428-348, Atlantis efsanesini ilk yazan kisidir. Eflatun’a göre, Atinalı Solon, M.S. 6.yüzyılda yasamıstır. Aynı zamanda devlet adamı olan Solon, eski Mısır'ı ziyarete gittiıginde orada büyük itibar görür ve Sais Mabedi rahipleri ile görüsür. Mısır rahipleri Solon'a, Yunan ve Mısır uygarlıklarının daha bir çocuk kadar genç olduklarını ve asıl insanlııgın altın devrinin kendi zamanlarından 9000 yıl önce sulara gömülerek batan ve yok olan Atlantis uygarlııgı oduıgundan sözederler. Solon saskın ancak ilgi ile bu açıklamaları dinler ve ilk kez bir batılı Atlantis’in varlııgını efsane biçiminde de olsa, öıgrenmis olur.
Sonradan bu notlar ve bilgiler Eflatun tarafından “Diyaloglar” adı altında kaleme alınır. Birinci diyalog; Timaeus, ikinci diyalog; Critias, ya da Atlantik’ dir. Eflatun bu iki yazıda Atlantis anakarasını ve gelisimini sonuna dek detayları ile anlatır. (Ilgilenenlere, bu yapıtı okumalarını öneririz)
Bir çok bilgine göre Atlantis, Atlas Okyanusu’nda deıgil, baska bir yerdedir. Örneıgin, Akdeniz'de, Ege’de Tera Adası’nda, Afrika’da, Kuzey Denizi’nde vb. Bazı arastırmacılar ise bu esrarengiz ülkenin Kafkasya'da olduıgundan sözeder. Bunlar, Reginald A. Fessenden, Delisle de Sales, Hermann Wirth gibi tarihçi ve arastırmacılardır.
Atlantis anakarasının Kafkasya'da olduıgu gerçekte ispatlanamayacaıgı ve mantııga aykırı olabileceıgi düsünülebilir, ancak gerçek olan bir sey vardır ki, Kafkasya ile Atlantis arasında çok yakın bir iliski saptanmıstır.
Atlantis’ in sulara batısını izleyen büyük tufanın o zamanki bilinen dünyayı sular altında bırakmıs olması da gerekirdi. Bu tufanda su yüzünde ancak yüksek daıgların kalmıs olabileceıgi de çok olasıdır. Avrupa'nın en yüksek daıgları Pireneler, Alpler ve Kafkas daıglarıdır ve bu bölgede yasayan insanlar en yakın kara olduıgu için tufanda kurtulanlar arasında sayılabilir. Bu büyük felaketten kurtulabilen bazı Atlantisliler'in de böyle daıglık kara parçalarına sııgınarak yasamlarını kurtarabilecekleri de akla gelen bir teoridir. Eflatun da bunu bu sekilde yansıtmıstır.
Uluslar dönem dönem geçirdikleri gelisimleri ve uygarlıkları zamanla unuturlar. Felaketler, tufanlar, depremler çok seyi yok eder, kalan harabeler bir tas yııgınıdır. Bir yüzyıl öncesine dek Mısır halkı hiyeroglifleri okumaktan ve geçmis Mısır’ın üstün uygarlııgının derecesinden habersiz yasıyorlardı. Iranlılar'ın Pers ve Darius hakkında hemen hemen hiçbir bilgileri yoktu. Sonraları arkeolojik arastırmalar aracılııgıyla eski yazılar desifre olunca çok seyler öıgrenildi. Ulusların bugünkü durumlarından çok daha üstün bir uygarlııga sahip oldukları anlasıldı. Yunanlar ve Romalılar da aynı sınıflandırmaya girebilir.
Kafkasya’ya gelince konumuzun içine giren, özellikle Kuzey-Kafkasya birçok efsane ve masallara konu olmus, iklimi, geçmisi, coıgrafyası ve tarihi ve insanları ile çok ilginç bir ülkedir. Özellikle Çerkesya bölgesi, Maikop ve çevresinde 19.yüzyıldan beri yapılan arkeolojik kazılarda çok ilginç ve deıgerli kral mezarları, Katakomb Kültürü ve Uygarlııgı’nın kalıntıları bulunmustur (E. Chantre). Yine sahilde Tuapse' den içerde Osetya’ya kadar olan bölgede (ki burası eski Çerkesya bölgesi olarak kabul edilir) Dolmen denilen tekparça tas yapıtlara rastlanmaktadır. Bunların birer mezar mı yoksa birer anıt mı oldukları henüz belirlenememistir.
Kafkasya’ya iliskin çok yapıt yazmıs olan Ingiliz John F. Baddeley, ikinci yapıtında Kuzey-Kafkasya’da görmüs olduıgu çok ama çok büyük harabelerden sözeder. John F. Baddeley bu bölgede Çarlık zamanında ve sonra uzun soluklu geziler yapmıstır. Baddeley, dünyada bir esinin ancak Bolivya'da, 4000 metre yükseklikte Titicaca gölünün sahillerinde, “Tihuanaco” kalıntılarında görüldüıgü söyler. Bu “devasa" harabelerin nasıl Kafkasya’nın bu yüksek bölgelerine binlerce yıl önce, ne gibi aletlerle ve kimler tarafından yapıldııgı gizemi hala çözülmemistir.
Baddeley'in gördüıgü harabeler Osetya bölgesinde, Kaluat köy sırtlarında, Edisa adı ile anılır. Yazar bu kalıntıları Kafkasyalı arastırmacı Prof. Melitset Bekof ile gezmis ve hayran kalmıstır. Adına “Devler Kalesi” denilen bu yapıtlar yüksek bir plato üzerine kurulmus, birkaç dönümden fazla bir alanı kaplamaktadır. Volkanik olduıgu söylenen ve yüzlerce ton aıgırlııgında kayalardan yapılmıstır. Dikdörtgen seklinde olan duvarlarının kalınlııgı yerine göre üç metreden fazladır. Taslar tekparça bloklardan kesilmis ya da yontulmus deıgildir, sanki kalıptan çıkmıssa benzer, yüzlerce ton aıgırlııgındadır her bir tas. Herhangi bir madde (çimento gibi) ile yapıstırılmamıs olmaları ilginçtir. Oldukça düzgün sekilde aralarında milimetrik bir açıklık olmadan birbirlerine uyum saıglamıslardır. Böylece bu görkemli yapıt insan üstü bir kalıntı görünümü vermektedir. Baddeley’in sorusuna yanıtı, Prof. Melitset Bekof verir. Bu harabelerin Keltler'den kalma olabileceıgini söyler. Ancak Baddeley' e göre bu yapıtın Kafkas-Nart mitolojisine de dayanabileceıgi düsünülebilir.
Bunun gibi daha birçok açıklanamayan gizemlerle dolu Kafkasya'da geçmiste çok büyük bir uygarlııgın bulunduıgu ve orada yasamıs insanları etkilediıgi inkar edilemez. Sonradan halk, deıgindiıgimiz gibi bu büyük uygarlııgı unutmus, basit bir pastoral yasam yasamaya baslamıstır. Ancak en ilginç nokta sudur: Kuzey-Kafkasya halkları, özellikle Çerkes dediıgimiz, Adigeler ilk çaıglardan beri bu ülkenin otokton yerel topluluıgunu olusturmaktadır. Adigelerin, Shabze denilen yazılmamıs ancak en küçük noktasına kadar uygulanan töre ve adetleri, yani bir bakıma anayasaları vardır. 19.yüzyılda Avrupalılar'a oranla yalın bir yasam ve toplum düzeni yasayan Çerkeslerin arasına gelerek yıllarca yasayan Ingiliz arastırmacı ve gezgin James S.Bell, bu insanlar için; “Bütün gördüklerimin bana verdiıgi kanı sudur, genellikle Çerkesler, simdiye kadar tanıdııgım, isittiıgim ve okuduıgum ulusların en kibar ve nazik olanıdırlar" diye yazmıstır.
Yine Çerkesleri 1818-1819 yıllarında ziyaret etmis olan Sövaye Kont T.De Marigny, bu insanların arasındaki terbiye, büyüıge ve kadına saygı, kendilerine sahip olmada gösterdikleri irade ile konukseverlik, fazilet ve inceliklerini uzun, uzun anlatır. Daha da ötesi, eıger aile durumu uygun olsa, bu insanlar arasına yerlesip geri kalan yasamını orada yasamak istediıginden sözeder.
http://www.bestoffrm.com/104744-atlantis-ve-cerkezya-atlantis-ve-cerkezya-hakinda-bilgi.html
Simdi en önemli noktaya gelelim. Yazılı yasaları, polisi, üniversitesi, yazılı bir edebiyatı ve maliye kurumu, para, altın ve diıger deıgerli madenlere dayanan bir ekonomik düzeni olmayan bu toplumun, ilkel, barbar bir kabile düzeni olması gerekirken; halkın birbirini yaıgmalamaya, eıglenceye, içkiye düskün korku ve dehsetin kol gezdiıgi bir düzende yasaması gerektiıgi kosullarda bu nasıl olmamıstır. Tersine bu ilkel kosulların var olduıgu bu toplumda, 1000 yıllık bir gelismeden geçmis bir Ingiliz ulusunun ya da diıger ileri ulusların, eıgitim, yasa ve devlet otoritesi ile gelismis niteliklerine karsın bunlar görülmektedir. Bu ileri ülkelerde bu gibi töreleri ve terbiyeyi uygulamak için, yüzlerce yıllık öıgrenim ve eıgitim ile devamlı yenilenen yasalar yapılır ve bunlar polis, asker vb güçlerle yürürlüıge sokulurken, Çerkeslerde bu gelisme tümüyle doıgal olarak uygulanmakta ve yüzyıllardan beri devam etmekteydi. Rus isgaline dek (1864) baıgımsız Çerkesya'da yalnız konuk olmayan ve izinsiz ülkeye giren yabancılara karsı saldırı ve düsmanca hareket görülmüstür.
Çok eski dönemlerde Araplar büyük tufandan önce var olan bir ada uygarlııgından ve burada yasamıs olan “Ad” diye bir kavimden sözederler. Bu Ad’ın deprem ve tufan sonucu battııgını efsane ederler. Bu batan “Ad” efsanesi, Atlantis efsanesiyle ile aynıdır (Charles Berlitz,Mystery of Atlantis, 1976).
Devler ülkesi Atlantis,Atlantis ve Devler
Buhari’nin naklettiği bir hadise göre Hz.Adem’in boyu 60 zira idi. Aynı rivayette insanların boylarının gittikçe kısaldığı da anlatılmaktadır. Bu rivayete göre Hz.Adem’in boyu 40 m. civarında idi. Hz.Nuh tufandan önce 950 sene tebliğ görevini yürüttüğü Kuran’da açık bir şekilde ifade edilmektedir. Seylan adasında Müslümanların Adammala, “Adem Dağı” adını verdikleri, Portekizlilerin de “Picoli Adama” dedikleri çok meşhur bir dağ mevcuttur. İnsanoğlunun atasının cennetten “inişi” sırasında ilk defa buraya basmış olduğu rivayet edilir. Kocaman bir sağ ayak izi kayanın zirvesinde hep görülmektedir. Bu izin büyüklüğü için batılı bir seyyah, “Beş ayak üç parmak uzunluğunda ve iki ayak beş parmak ile iki ayak parmağı genişliğinde az derince bir çukur” demektedir. İslami rivayetlerde Hz.Adem’e atfedilen devasa boy ile orantılı olmuş olsa gerek. Çünkü bu rivayetlere göre Hz.Adem’in boyu o zaman o halde idi ki, başı göğe değiyor ve diğer ile denize basıyordu. Anadolu’da da birçok yerde dev mezarları bulunmaktadır.
DEVAMI...http://www.bestoffrm.com/104743-devler-ulkesi-atlantisatlantis-ve-devler.html
DEVAMI...http://www.bestoffrm.com/104743-devler-ulkesi-atlantisatlantis-ve-devler.html
iNKALARIN HAZİNELERİ,İNKALAR HAZİNELERİNİ NEREYE SAKLADILAR?
İnkalar Hazinelerini Yeraltına Sakladılar
http://www.bestoffrm.com/104741-agarta-ve-sambalaagarta-ve-sambala-yeralti-uygarliklari.html
http://www.bestoffrm.com/104741-agarta-ve-sambalaagarta-ve-sambala-yeralti-uygarliklari.html
Kaymaklı ve Derinkuyu konularında daha ileri gitmeden önce dünyanın değişik yerlerindeki benzeri yerleri ve bu yer hakkındaki araştırma ve iddaları kısaca hatırlamamız yerinde olur. Bizdeki gibi yeraltı şehri ismi verimemiş de olsa dünyanın değişik yerlerinde bir sürü tünel şebekesi mevcuttur. Bu tünellerini birçoğu günümüzde bilinmektedir fakat hepsi de belli yerden sonra tıpkı bizim yeraltı şehirlerimiz gibi taş, toprakla dolmuş ya da doldurulmuştur. Güney Amerika' da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında Eski İnka uygarlığından kalma bir çok tünel olduğu söylenir. İspanyol yağmacılarının en önemlisi olan Pizarro' nun ordusundaki bir asker rahip olan Cieza de Leon, son İnka imparatoru olan Atahualpa' nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden 4, 5 yıl sonra yazdığı notlarda, İnkalar' ın, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar. Bu gizli yerler dağların altında oyulmuş olan tünel sistemleriydi. Bu fikri aslında İngiliz Arkeoloğu Harold Wilkins' in de buşunduğu birçok bilimadamı desteklemektedir. Başka br görüşe göre ise, söz konusu tünel sistemleri son derece ileri bir uygarlık tarafından binlerce yıl boyunca oyulmuştur. Güney Amerika' daki tünel sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değildirler. En fazla bilineni, Lima' yı, Peru' nun eski başkenti olan Cuzco' ya bağlayan ve sonra da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir. Eski belgelere göre bu tünellerde çok zengin Kralın mezarı vardır. Ama bugün kimse tünellerde hazine aramayı düşünmüyor, çünkü tüneller hemen hemen tamamen toprak doludur, temizlenmeleri, içlerinden çıkması olası olan hazinelerden çok daha pahalıya malocaktır. Tünelleri araştırmış olan bilimadamlarının çoğunluğu da, bunları İnka tarafından kazılmayacağı konsunda hemfikirler.
ALINTIDIR.
Agarta ve Şambala,Agarta ve Şambala Yeraltı Uygarlıkları
Agarta ve Şambala , teozofik ve ezoterik kaynaklara göre önceki "devre" nin sonlarına doğru Mu ve Atlantis' ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş yeraltı organizasyonlarıdır.
Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organisazyon, bu "devre" nin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirinden tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentelerini tercih etmiştir. Agarta, dünya insanlığının tekâmülüne sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi' ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta' nın lideri, Dünya' ya sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi' nin fizik âlemdeki temsilcisidir. Rene Guenon' a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, dünyanın tüm geçmiş, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada "inisiyasyon" dan da geçmiştir. Agarta' nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre
4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür. Rene Guenon' a göre, bu durum en çok, Türkler' in yaşadığı Orta Asya' da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta' nın sembolizmi bulunmaktadır.
Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta' nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.
Yeraltı Evreni-1
Kapadokya bölgesinde açıkçası sayısını bilemediğimiz kadar irili ufaklı bir sürü yeraltı şehri mevcut. Bunların bazıları gezilebiliyor, bazılarıysa ağzına kadar taş toprak dolu. Bölgedeki yeraltı şehirlerinin yapısını en iyi şekild şu benzetme ile tarif edebiliriz. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizi düşünün. Büyük binalar ve aralarında serpiştirilmiş gecekondular var. Örneğin İstanbul' daki bir Akmerkez binasının bir iki kilometre uzağında derme çatma gecekondular görünür. Kapadokya' daki her yeraltı şehri bir bina olarak kabul edersek, yeraltı şehirlerinin bazıları İstanbul' daki Akmerkez ya da Galleria gibi, bazıları da bizim gecekondularımız gibi derme çatma sayılabilecek yerlerdir. Bölgedeki son derece büyük, tanınmış ama bugünkü teknolojik imkanların üzerinde olması gereken bir teknolji ile açılmış yeraltı şehirlerinin yanısıra daha mütevazi yeraltı şehirleri de var. Burada akla gelen şey bir iki, hatta sadece bir özgün örneğin çevresinde daha sonraki dönemlerde ve daha ilkel kimselerce bazı taklit kazılar yapıldığıdır. Kapadokya' daki yeraltı şehirlerinin en fazla tanınanları Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleridir. Bu iki şehir birbirinden yaklaşık olarak 9,10 Km kadar uzaktadır. Gerek konuyla ilgili arkeologlar, gerekse yöre halkı tarafından bu iki yeraltı şehrini birbirine bağlayan bir tünelin varlığı bilinmektedir. Yeraltı şehirlerindeki tüneller tabii ki, Kaymaklı ve Derinkuyu arasındaki ile de sınırlı değildir. Mesela Kaymaklı' nın 12-15 Km doğusunda kalan Mazı Köyü yeraltı şehrinin Kaymaklı ve Derinkuyu' ya bağlayan tünellerin oluğu da bilinmektedir.
http://www.bestoffrm.com/104741-agarta-ve-sambalaagarta-ve-sambala-yeralti-uygarliklari.html
Bilinmeyenin Boyutu Nedir?
Bölge haklı mevcut bütün yeraltı şehirlerinin birbirine tünellerle bağlı olduğunu iddia ederler. Bu durumda bölgenin altı bir örümcek ağı gibi tünel şebekeleri ile örtülü oluyor. Bu tünellerin hemen hemen hepsi bugün ya duvar örülerek ya da göçükler yüzünden kullanılmaz durumdadır. Yakın gelecekte de bunların açılması için herhangi bir çalışma yapılmasını beklemek mümkün değildir. Yeraltı şehirlerinin yeniden keşfedilmeleri ve ziyarete açılmaları o kadar eski değil. Mesela, yetkili kimseler Derinkuyu diye bir yer olduğunu ancak 1963' te keşfedebilmişler. Bu şehirleri ilk defa gezen bir kimseyseniz hayretler içinde kalmamanız, hayran olmamanız mümkün değil fakat bilmelisiniz ki, gezdiğiniz yerler yeraltı şehirlerinin bugün bilinen kısımlarının ancak onda biridir. Geziye açık olan ve aydınlatılmış kısımların haricinde çok geniş bir alan ve bir sürü çıkış kapısı daha vardır. Tabii bunlar bilinenler. Bilinemeyen kısımların ne nitelikte olduğu konusu ise doğal olarak meçhul. Ancak, örneğin Derinkuyu' nun altında en 3 ile 8 kat kadar bir derinlik olduğu arkeologlar tarafından tahmin ediliyor. Aslında Kapadokya ve yeraltı hakkında bazıları arkeolojik, bazıları turizm amacıyla yazılmış olan Türkçe ve hemen her dilde yayınlanmış olan yüzlerce kitap mevcuttur. Konuyu bu açıdan merak edenler söz konusu kitapları turistlik eşya satışı yapan her dükkandan alabilirler ve gerek kaya kiliselerinin, gerek yeraltı şehirlerinin bilinen her ayrıntısını, derinliklerini, ölçülerini kısaca herşeyi öğrenebilirler.
İnkalar Hazinelerini Yeraltına Sakladılar
Kaymaklı ve Derinkuyu konularında daha ileri gitmeden önce dünyanın değişik yerlerindeki benzeri yerleri ve bu yer hakkındaki araştırma ve iddaları kısaca hatırlamamız yerinde olur. Bizdeki gibi yeraltı şehri ismi verimemiş de olsa dünyanın değişik yerlerinde bir sürü tünel şebekesi mevcuttur. Bu tünellerini birçoğu günümüzde bilinmektedir fakat hepsi de belli yerden sonra tıpkı bizim yeraltı şehirlerimiz gibi taş, toprakla dolmuş ya da doldurulmuştur. Güney Amerika' da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında Eski İnka uygarlığından kalma bir çok tünel olduğu söylenir. İspanyol yağmacılarının en önemlisi olan Pizarro' nun ordusundaki bir asker rahip olan Cieza de Leon, son İnka imparatoru olan Atahualpa' nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden 4, 5 yıl sonra yazdığı notlarda, İnkalar' ın, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar. Bu gizli yerler dağların altında oyulmuş olan tünel sistemleriydi. Bu fikri aslında İngiliz Arkeoloğu Harold Wilkins' in de buşunduğu birçok bilimadamı desteklemektedir. Başka br görüşe göre ise, söz konusu tünel sistemleri son derece ileri bir uygarlık tarafından binlerce yıl boyunca oyulmuştur. Güney Amerika' daki tünel sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değildirler. En fazla bilineni, Lima' yı, Peru' nun eski başkenti olan Cuzco' ya bağlayan ve sonra da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir. Eski belgelere göre bu tünellerde çok zengin Kralın mezarı vardır. Ama bugün kimse tünellerde hazine aramayı düşünmüyor, çünkü tüneller hemen hemen tamamen toprak doludur, temizlenmeleri, içlerinden çıkması olası olan hazinelerden çok daha pahalıya malocaktır. Tünelleri araştırmış olan bilimadamlarının çoğunluğu da, bunları İnka tarafından kazılmayacağı konsunda hemfikirler.
Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organisazyon, bu "devre" nin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirinden tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentelerini tercih etmiştir. Agarta, dünya insanlığının tekâmülüne sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi' ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta' nın lideri, Dünya' ya sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi' nin fizik âlemdeki temsilcisidir. Rene Guenon' a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, dünyanın tüm geçmiş, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada "inisiyasyon" dan da geçmiştir. Agarta' nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre
4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür. Rene Guenon' a göre, bu durum en çok, Türkler' in yaşadığı Orta Asya' da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta' nın sembolizmi bulunmaktadır.
Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta' nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.
Yeraltı Evreni-1
Kapadokya bölgesinde açıkçası sayısını bilemediğimiz kadar irili ufaklı bir sürü yeraltı şehri mevcut. Bunların bazıları gezilebiliyor, bazılarıysa ağzına kadar taş toprak dolu. Bölgedeki yeraltı şehirlerinin yapısını en iyi şekild şu benzetme ile tarif edebiliriz. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizi düşünün. Büyük binalar ve aralarında serpiştirilmiş gecekondular var. Örneğin İstanbul' daki bir Akmerkez binasının bir iki kilometre uzağında derme çatma gecekondular görünür. Kapadokya' daki her yeraltı şehri bir bina olarak kabul edersek, yeraltı şehirlerinin bazıları İstanbul' daki Akmerkez ya da Galleria gibi, bazıları da bizim gecekondularımız gibi derme çatma sayılabilecek yerlerdir. Bölgedeki son derece büyük, tanınmış ama bugünkü teknolojik imkanların üzerinde olması gereken bir teknolji ile açılmış yeraltı şehirlerinin yanısıra daha mütevazi yeraltı şehirleri de var. Burada akla gelen şey bir iki, hatta sadece bir özgün örneğin çevresinde daha sonraki dönemlerde ve daha ilkel kimselerce bazı taklit kazılar yapıldığıdır. Kapadokya' daki yeraltı şehirlerinin en fazla tanınanları Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleridir. Bu iki şehir birbirinden yaklaşık olarak 9,10 Km kadar uzaktadır. Gerek konuyla ilgili arkeologlar, gerekse yöre halkı tarafından bu iki yeraltı şehrini birbirine bağlayan bir tünelin varlığı bilinmektedir. Yeraltı şehirlerindeki tüneller tabii ki, Kaymaklı ve Derinkuyu arasındaki ile de sınırlı değildir. Mesela Kaymaklı' nın 12-15 Km doğusunda kalan Mazı Köyü yeraltı şehrinin Kaymaklı ve Derinkuyu' ya bağlayan tünellerin oluğu da bilinmektedir.
http://www.bestoffrm.com/104741-agarta-ve-sambalaagarta-ve-sambala-yeralti-uygarliklari.html
Bilinmeyenin Boyutu Nedir?
Bölge haklı mevcut bütün yeraltı şehirlerinin birbirine tünellerle bağlı olduğunu iddia ederler. Bu durumda bölgenin altı bir örümcek ağı gibi tünel şebekeleri ile örtülü oluyor. Bu tünellerin hemen hemen hepsi bugün ya duvar örülerek ya da göçükler yüzünden kullanılmaz durumdadır. Yakın gelecekte de bunların açılması için herhangi bir çalışma yapılmasını beklemek mümkün değildir. Yeraltı şehirlerinin yeniden keşfedilmeleri ve ziyarete açılmaları o kadar eski değil. Mesela, yetkili kimseler Derinkuyu diye bir yer olduğunu ancak 1963' te keşfedebilmişler. Bu şehirleri ilk defa gezen bir kimseyseniz hayretler içinde kalmamanız, hayran olmamanız mümkün değil fakat bilmelisiniz ki, gezdiğiniz yerler yeraltı şehirlerinin bugün bilinen kısımlarının ancak onda biridir. Geziye açık olan ve aydınlatılmış kısımların haricinde çok geniş bir alan ve bir sürü çıkış kapısı daha vardır. Tabii bunlar bilinenler. Bilinemeyen kısımların ne nitelikte olduğu konusu ise doğal olarak meçhul. Ancak, örneğin Derinkuyu' nun altında en 3 ile 8 kat kadar bir derinlik olduğu arkeologlar tarafından tahmin ediliyor. Aslında Kapadokya ve yeraltı hakkında bazıları arkeolojik, bazıları turizm amacıyla yazılmış olan Türkçe ve hemen her dilde yayınlanmış olan yüzlerce kitap mevcuttur. Konuyu bu açıdan merak edenler söz konusu kitapları turistlik eşya satışı yapan her dükkandan alabilirler ve gerek kaya kiliselerinin, gerek yeraltı şehirlerinin bilinen her ayrıntısını, derinliklerini, ölçülerini kısaca herşeyi öğrenebilirler.
İnkalar Hazinelerini Yeraltına Sakladılar
Kaymaklı ve Derinkuyu konularında daha ileri gitmeden önce dünyanın değişik yerlerindeki benzeri yerleri ve bu yer hakkındaki araştırma ve iddaları kısaca hatırlamamız yerinde olur. Bizdeki gibi yeraltı şehri ismi verimemiş de olsa dünyanın değişik yerlerinde bir sürü tünel şebekesi mevcuttur. Bu tünellerini birçoğu günümüzde bilinmektedir fakat hepsi de belli yerden sonra tıpkı bizim yeraltı şehirlerimiz gibi taş, toprakla dolmuş ya da doldurulmuştur. Güney Amerika' da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında Eski İnka uygarlığından kalma bir çok tünel olduğu söylenir. İspanyol yağmacılarının en önemlisi olan Pizarro' nun ordusundaki bir asker rahip olan Cieza de Leon, son İnka imparatoru olan Atahualpa' nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden 4, 5 yıl sonra yazdığı notlarda, İnkalar' ın, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar. Bu gizli yerler dağların altında oyulmuş olan tünel sistemleriydi. Bu fikri aslında İngiliz Arkeoloğu Harold Wilkins' in de buşunduğu birçok bilimadamı desteklemektedir. Başka br görüşe göre ise, söz konusu tünel sistemleri son derece ileri bir uygarlık tarafından binlerce yıl boyunca oyulmuştur. Güney Amerika' daki tünel sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değildirler. En fazla bilineni, Lima' yı, Peru' nun eski başkenti olan Cuzco' ya bağlayan ve sonra da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir. Eski belgelere göre bu tünellerde çok zengin Kralın mezarı vardır. Ama bugün kimse tünellerde hazine aramayı düşünmüyor, çünkü tüneller hemen hemen tamamen toprak doludur, temizlenmeleri, içlerinden çıkması olası olan hazinelerden çok daha pahalıya malocaktır. Tünelleri araştırmış olan bilimadamlarının çoğunluğu da, bunları İnka tarafından kazılmayacağı konsunda hemfikirler.
Antik Çağ ,Antik Çağ duvar örgü biçimleri
Antik Çağ duvar örgü biçimleri
Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.
Bosaj duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü biçimi...
Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız olarak yapılmış duvar örme şekli...
Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır, ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden sonra kullanılmaz.
http://www.bestoffrm.com/140518-antik-cag-antik-cag-duvar-orgu-bicimleri.html
Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar örgüsü...
İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.
Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.
Bosaj duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü biçimi...
Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız olarak yapılmış duvar örme şekli...
Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır, ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden sonra kullanılmaz.
http://www.bestoffrm.com/140518-antik-cag-antik-cag-duvar-orgu-bicimleri.html
Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar örgüsü...
İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.
Lelegler,Lelegler uygarlığı,Lelegler nerede yaşadı
Antik çağlarda Ege'de "Karia" olarak adlandırılan bölge, Bodrum Yarımadası dahil, kabaca günümüzdeki Muğla ilini içine alan bir bölgeydi. Batı Anadolu'da eski Yunanlılar'dan önce "Mis"ler, "Leleg"ler ve "Kar"lar oturuyorlardı. Misler Anadolu'nun kuzeybatısında, Karlar güneybatıda, Lelegler de Bodrum Yarımadası'nda yaşıyorlardı. Eski Yunan kaynaklarına göre bu iki halk, (Karlar ve Lelegler), Pelasg'larla birlikte Ege'nin en eski halkıydı. Daha sonraları Karia'mn kuzey kıyılarını İonlar, güney kıyılarını da Dorlar ele geçirmişlerdi.
Lelegler hakkında bilgi veren ilk en önemli kaynak, ünlü tarihçi Herodot... Onun anlattığına göre, eski Yunanlılar Miletos'a ilk geldiklerinde burada Karialılar bulunuyordu. Giritliler, ona "Karialılar'm eskiden adalarda oturduğunu, destanlarda adı geçen Girit Kralı Minos'a bağlı bulunduklarını ve daha o zamanlarda bile 'Lelegler' diye anıldıklarını" kendi masalsı bilgilerinden aktarmışlardı. Tarihçinin Giritlilerin ağzından yaptığı bu aktarmanın önemi, daha sonra aynı bilgiyi Karialılar'm ağzından da yapmış olmasında yatıyordu. Herodot, yapıtında Lelegler'le Karialılar arasında hiçbir ayrım gözetmemişti. Üstelik yapıtının bir yerinde "Karialılar'a eskiden Leleg denildiğinden de söz etmişti...
Lelegler çok eski bir dönemde yaşadıkları için bunlar hakkındaki tüm veriler antik yazar ve tarihçilerin verdiği bilgilere dayanıyor. Günümüz kazılarında her ne kadar Miken ağırlıklı seramikler çıkıyorsa da, kimi uzmanlar Miletos'un da Lelegler tarafından kurulduğunu savunuyor. Bütün bunların yanında Lelegler'i ilginç yapan en önemli konu, kireçsiz ve harçsız yapılarının tüm izlerinin binlerce yıl sonra bile hala izlerinin sürülebiliyor olması... Günümüz batı kültürüne kaynaklık ettiği öne sürülen Eski Yunan uygarlığının tüm baskısına rağmen bunların silinememiş olduğu gözleniyor.
Lelegler hakkında ilk ve temel bilgileri veren Herodrot "Şu üç şeyi onlar bulmuşlar ve Yunanlılar da onlardan almışlardır" deyip başlıyor anlatmaya... "Savaş başlığının üzerine konan sorguç, kalkan üzerine işaretler kazımak bize onlardan geçmiştir. Kalkanı tutmak için kulp yapmak da yine onların buluşudur. O zamana kadar kalkan elle kulpundan tutulmaz, boyundan geçirilen bir kayışla sol omuz üstüne alınır ve böyle kullanılırdı..."
M.Ö. IV. yüzyıl, yarımadaya ve Lelegler'e büyük değişiklikler getirmiş, Karia bu sıralarda yeniden Pers denetimi altına girmişti. Bölge büyük Pers kralının atadığı bir "satrap" tarafından yönetiliyordu. Yüzyılın başlarında satrap olan Hektadomos, M.Ö. 377 yılında satraplığı oğlu ünlü Mausolos'a bırakmıştı. Mausolos da, o sırada küçük bir yerleşim yeri olan Halikarnassos'u askeri savunmaya uygun bulup, başkentini Mylasa'dan buraya taşıdı. Satrap, burada yeni ve büyük bir başkent kurmayı tasarlamaktaydı. Mausolos'un bu amaçla yaptığı işlerden biri de, komşu Leleg kasabasının halkını, kimi zaman zor kullanarak yeni başkente, yani Halikarnassos'a getirip büyük alana yerleştirmesiydi.
Bu olaydan sonra Lelegler'in sayısı yarımada üzerinde azalmaya başladı. Ancak Myndos ve Syangela varlıklarını sürdürdüler. Fakat Mausolos, bu iki kenti de daha büyük alanlarda yeniden kurdu. Böylece Myndos ile Syangela Mausolos'un yeni başkentine bağlanmamışlardı. Syangela giderek Thiangela'ya dönüştü ve Leleg özelliğini yitirdi. Böylelikle hemen tüm Karia Yunanlılaşarak bir Yunan ili durumuna geldi. Myndos'ta ise bir nüfus azalması sorunu yaşanıyordu. Kent nüfusu bir türlü beklenilen sayıya ulaşmamıştı. Söylentiye göre, bu sıralarda kenti ziyaret eden filozof Diogenes, kapıların kente oranla çok büyük olduğunu görerek, Myndoslular'a, "Kentin akıp gitmemesi için kapılarını kapalı tutmasını önermiş"ti...
Lelegler'in yanmada üzerinde çok sayıda yerleşmeleri vardı. Günümüzde, Bodrum Yarımadasının en batı ucunda bulunan Gümüşlük, bir zamanlar "Eski Myndos" adıyla anılan bir Leleg yerleşim yeriydi. Ancak, yapılarında harç kullanmadıkları için zaman içinde hemen tamamı yerle bir oldu. Sadece yanmada üzerinde bugün Lelegler'e ait dokuz büyük yerleşme kalıntısı bulunuyor.
M.Ö. 1500 ile M.Ö. 400 yıllarına kadar varlıklarını sürdüren bu toplumun bölgede kurduklan kentlerin adlan şöyleydi: Eski Myndos'tan başlamak üzere, yarımada üzerinde "Termera", "Uranium", "Telmissos", "Madnasa", "Side" ve "Pedasa"... Yarımadanın ya da bir başka deyişle, Bodrum'un (Halikarnassos) batısında da iki büyük kent kalıntısından da söz etmek mümkün... Bunlar da "Syangela" ile "Thiangela" adındaki kale kentler..
Fakat, bunlar birbirinin devamı gibiler. Ünlü coğrafyacı Strabon ise Bodrum Yarımadası'nda Lelegler'in 8 kent kurduğunu yazıyor. Plinius ise yarımadada Lelegler'e ait 6 kentin adını veriyor. Ancak, bu kale kentlerin dışında yarımadada çok sayıda küçük yerleşmeler ve yapılar da mevcut. Bu, kasaba ya da kale yerleşmesi şeklinde nitelendirilebilecek kentlerin "kurgan" ya da "birleşik yapılar" olarak adlandırılan ilginç mimari yapılar vardı.
Gümüşlük limanının önünde bulunan ve kenti doğal kale gibi örten küçük yarımadanın üzerindeki uzun sur kalıntısı arkeologlarca "Leleg Suru" olarak tanınıyor. Yerine göre yaklaşık 1-3 m. eninde ve 200 m. uzunluğundaki bu surun günümüzde çok az temel kalıntısı görülebiliyor. Yöreyi ayrıntılı bir biçimde araştıran George Bean'e bile, "Yarımadayı böylesine ikiye bölmenin anlamı neydi?" diye sordurtan bu dev duvarın, 3.500-4.000 yıl önce Lelegler tarafından, bugün bile sorun olan Kardak dahil tüm diğer Yunan Adalan'ndan gelecek bir tehlikeye karşı yapıldığına hiç kuşku yok...
Leleg mimarisiyle ilgili bir diğer ilgi çekici nokta da, tüm yerleşmelerin dağların en yüksek doruklarında kurulmuş olmaları ve bu yapıların genel planlarındaki ortak yöndü. Günümüzde ıssız ve uzak ören yerleri olarak bilinen bu yerleşim alanlarının tepe doruklarındaki konumlan, denizi ve çevre adalarını gözetlemede çok stratejik bir öneme sahipti. Kıyıları gözetleyen tüm Leleg kent ve kasabaları dumanla haberleşiyordu. Bugün kimi yaşlı yöre insanının yakın zamanlarda bile bu tepelerden dumanla haberleşildiğini hatırlaması, bu geleneğin binlerce yıldan günümüze aktarıldığını kanıtlıyor.
Günümüzü ilgilendiren bir başka ilginç yön ise, bu kalıntıların hiçbirinde Lelegler'e ait kazı çalışmasının yapılmamış olması... Lelegler hakkında bugüne kadar yapılan en kapsamlı yüzey araştırması, ünlü Alman arkeolog Dr. Wolfgang Radt'a ait... Uzun yıllardan beri Bergama kazısı başkanlığını yapan Dr. Radt, 1960'k yıllarda Bodrum Yarımadasının Lelegler'e ait önemli bir bölümünü mimari açıdan araştırmıştı. Doktora tezi kapsamında yaptığı çalışmasını da daha sonra Leleg mimarisiyle yapılmış en kapsamlı araştırma olarak yayımlamıştı.
Dr. Radt'a göre, Leleg mimarisi "arkaik ve bölgesel bir yapıda"... Yapıların ilginç bir yanı, taşların arasında hemen hiç harç kullanılmamış olması... Bu nedenle büyük taşların dışında kalan yapı elemanları, Diogenes'in dediği gibi adeta akıp gitmiş... Fakat Dr. Radt, "Bu arkaik ve primitif özellikli Leleg mimarisinde öyle bir yapı türü var ki, şimdiye kadar hiç bir mimari tarzda bulunmuyor" diyor... "Bunlar, dağların yüksek yamaçlarında inşa edilmiş yuvarlak ve çok amaçlı yapılar. İç içe iki surdan oluşan bu yapılar arasında yarıçapı 20 m. olanlar var. İç içe geçmiş surlar birbirlerine içteki bir noktadan değecek biçimde inşa edilmiş ve üstleri kapalı...
Burada çobanlar yaşıyor olmalı; ortadaki geniş avluda da hayvanlar... Ancak, yapının tamamının üstünün örtülü olup olmadığım bilemiyoruz. Belki belli bir yükseklikten sonra ağaçlarla örtüyorlardı. Hayvanlarını hem korsanlardan hem de kaplan gibi vahşi hayvanlardan korumak için bu yapıların duvarlarını çok kalın ve yüksek inşa ediyorlardı. Bunların çağlar içinde, M.Ö. 8-7 yüzyıldan başlayıp Roma dönemine kadar adım adım değişmeler gösterdiğine tanık oluyoruz. Özgün Leleg tipinde olanlar bütünüyle yuvarlak bir plan sergiliyor. Bölgenin Helenleşmesine paralel olarak, bu yapılarda köşeli ilaveler ve kulemsi görüntüler ortaya çıkıyor. Yani, bir tür evrimleşme başlıyor. Roma dönemine gelindiğinde ise bu özgün tip yapılar kendi özelliklerini iyice yitiriyorlar..."
Lelegler, Roma çağlarına doğru geldikçe, yalnız mimari açıdan değil, toplum olarak da giderek erimişler. İzleri neredeyse kaybolmak üzere bir Anadolu yerli halkı olan Lelegler'in özellikle de şimdiki Bodrum Yarımdası'nda yaşamaları ilginç .. Çünkü, günümüzde böylesine popüler olan bir bölgede binlerce yıl önce yaşamış eski bir halk karşısında, hem Bodrum meraklılarının hem de arkeologların ilgisiz kalması bir çeşit ihanet... İnsanınkendi geçmişine, kendi kültürüne,kendi geleceğine ihanet....
Mausolos'un kurduğu kent: Thiangela.
Bir dağ kenti olan Thiangela'nm güney tarafı daha az sarp olup saldırıya açıktı. Şehrin kuleli ana kapısı buradaydı ve bu yüzden sur yer yer kulelerle takviye edilmişti. Bu cephenin batı ucundaki tepeye dışında çok sayıda da, "çiftlik evi", dört kuleli, kare planlı bir hisar yapılmıştı. Bu hisar şehrin zayıf olan batı-güneybatı tarafını güven altına alıyor ve bu yüzdeki şehir kapısını da koruyordu.
Surların planı burada hilale benziyordu. Hisar da bu hilalin bir ucunda yükseliyordu. Hisara şehirden, dirsekli ve üzeri yalancı tonozla örtülü bir kapıdan giriliyordu. Güneydoğudaki kulenin yanında, sur duvarına açılan küçük bir kapı vardı. Bu kapıdan, hisarın önündeki kavisli iki siper duvarına ulaşmak ya da düşmana saldırmak mümkündü. Thiangela, Mausolos'un kurduğu bir kentti. Surların inşa tarihi kesinlikle 4. yüzyılınikinci çeyreği olarak kabul edilebilir. Kent, aynı yüzyılın sonunda, Karia'da bir krallık kurmaya kalkışan ve kendi adına sikke de basan Makedonyalı Eupolemos tarafından kuşatılmış ve şarta bağlı olarak teslim olmuştu.
Antik Çağ'ın NATO'su: Delos Birliği...
Hellespontos ve Bosphoros kıyılarının Persler tarafından ele geçirilmesinden sonra, Helen güçlerinin başkomutanı olan Sparta Kralı Pausanias'ın sert davranışları, bağlaşık devletleri ondan soğutmuş ve onlar da Atina çevresinde kümelenmişlerdi. Atina, başlangıçta gönüllü bir nitelik taşıyan bu birliğin önderi oldu. Birliğin üyelerine düşen yükümlülükleri, hangi kentin ne sayıda savaş gemisi sağlayacağını ya da ne tutarda yıllık gider katkısı ödeyeceğini saptadı. Toplanan paralar Delos Adası'nda toplanıyordu.
Daha sonra Atinalılar ilk olarak Miltiades oğlu Kimnon komutasında bir donanmayla, Thrakia-Make-donya sınırında, Strymon Çayı ağzındaki İran bağımlısı Eion kentini alıp (M.Ö. 475) halkını köleleştirdiler. Ege Denizi'nde Skyros ve Euboia (Eğriboz) Adası'ndaki Karystos kentini ele geçirdiler. Bu sırada Naxos Adası birlikten ayrılmak istedi, fakat adanın kenti Atina birliklerince kuşatıldı ve kent de birliğe tekrar geri dönmek zorunda kaldı. Bu olay, Delos Birliği'nin bir Atina bağımlıları topluluğuna dönüşmesinin ve gönüllü bağlaşıklar birliği olmaktan çıkışının başlangıcıydı (M.Ö. 467)...
http://www.bestoffrm.com/140517-leleglerlelegler-uygarligilelegler-nerede-yasadi.html
Bu arada Leleg kentleri de bu Delos Birliği'nin üyesiydiler. Myndos kenti birliğe onikide bir talent haraç ödüyordu. Bu miktar Myndos'un küçük bir kasaba olduğunu gösteriyor. Pedasa kenti ise Delos Birliği'ne iki talent haraç ödemekteydi. Kıyıdaki Halikarnas sos'un 1.65 talent ödediği düşünülürse, dağlık Pedasa'nın ödediği miktar oldukça iyiydi. Termera kentinin ise birliğe ödediği iki buçuk talentlik haraç Mydos'un yükümlülüğünün tam 30 katıydı. Madnasa kenti ise, birliğe önceleri iki talentlik haraç ödemesine karşılık, sonraları bu haraç bir talente kadar düşürülmüştü.
Yarımadadaki bir diğer Leleg yerleşmesi Side, ya birliğin dikkatinden kaçmış olabileceği ya daçok küçük olduğu için haraç ödemiyordu. Uranium adındaki kent debirliğe bağlı olmasına karşın çok önemsiz bir haraç ödüyordu. Syangela ise Delos Birliği'ne, kendisine bağlı mynanda ile birlikte bir talent haraç ödüyordu.
Antik Çağ duvar örgü biçimleri
Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.
Bosaj duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü biçimi...
Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız olarak yapılmış duvar örme şekli...
Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır, ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden sonra kullanılmaz.
Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar örgüsü...
İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.
Lelegler hakkında bilgi veren ilk en önemli kaynak, ünlü tarihçi Herodot... Onun anlattığına göre, eski Yunanlılar Miletos'a ilk geldiklerinde burada Karialılar bulunuyordu. Giritliler, ona "Karialılar'm eskiden adalarda oturduğunu, destanlarda adı geçen Girit Kralı Minos'a bağlı bulunduklarını ve daha o zamanlarda bile 'Lelegler' diye anıldıklarını" kendi masalsı bilgilerinden aktarmışlardı. Tarihçinin Giritlilerin ağzından yaptığı bu aktarmanın önemi, daha sonra aynı bilgiyi Karialılar'm ağzından da yapmış olmasında yatıyordu. Herodot, yapıtında Lelegler'le Karialılar arasında hiçbir ayrım gözetmemişti. Üstelik yapıtının bir yerinde "Karialılar'a eskiden Leleg denildiğinden de söz etmişti...
Lelegler çok eski bir dönemde yaşadıkları için bunlar hakkındaki tüm veriler antik yazar ve tarihçilerin verdiği bilgilere dayanıyor. Günümüz kazılarında her ne kadar Miken ağırlıklı seramikler çıkıyorsa da, kimi uzmanlar Miletos'un da Lelegler tarafından kurulduğunu savunuyor. Bütün bunların yanında Lelegler'i ilginç yapan en önemli konu, kireçsiz ve harçsız yapılarının tüm izlerinin binlerce yıl sonra bile hala izlerinin sürülebiliyor olması... Günümüz batı kültürüne kaynaklık ettiği öne sürülen Eski Yunan uygarlığının tüm baskısına rağmen bunların silinememiş olduğu gözleniyor.
Lelegler hakkında ilk ve temel bilgileri veren Herodrot "Şu üç şeyi onlar bulmuşlar ve Yunanlılar da onlardan almışlardır" deyip başlıyor anlatmaya... "Savaş başlığının üzerine konan sorguç, kalkan üzerine işaretler kazımak bize onlardan geçmiştir. Kalkanı tutmak için kulp yapmak da yine onların buluşudur. O zamana kadar kalkan elle kulpundan tutulmaz, boyundan geçirilen bir kayışla sol omuz üstüne alınır ve böyle kullanılırdı..."
M.Ö. IV. yüzyıl, yarımadaya ve Lelegler'e büyük değişiklikler getirmiş, Karia bu sıralarda yeniden Pers denetimi altına girmişti. Bölge büyük Pers kralının atadığı bir "satrap" tarafından yönetiliyordu. Yüzyılın başlarında satrap olan Hektadomos, M.Ö. 377 yılında satraplığı oğlu ünlü Mausolos'a bırakmıştı. Mausolos da, o sırada küçük bir yerleşim yeri olan Halikarnassos'u askeri savunmaya uygun bulup, başkentini Mylasa'dan buraya taşıdı. Satrap, burada yeni ve büyük bir başkent kurmayı tasarlamaktaydı. Mausolos'un bu amaçla yaptığı işlerden biri de, komşu Leleg kasabasının halkını, kimi zaman zor kullanarak yeni başkente, yani Halikarnassos'a getirip büyük alana yerleştirmesiydi.
Bu olaydan sonra Lelegler'in sayısı yarımada üzerinde azalmaya başladı. Ancak Myndos ve Syangela varlıklarını sürdürdüler. Fakat Mausolos, bu iki kenti de daha büyük alanlarda yeniden kurdu. Böylece Myndos ile Syangela Mausolos'un yeni başkentine bağlanmamışlardı. Syangela giderek Thiangela'ya dönüştü ve Leleg özelliğini yitirdi. Böylelikle hemen tüm Karia Yunanlılaşarak bir Yunan ili durumuna geldi. Myndos'ta ise bir nüfus azalması sorunu yaşanıyordu. Kent nüfusu bir türlü beklenilen sayıya ulaşmamıştı. Söylentiye göre, bu sıralarda kenti ziyaret eden filozof Diogenes, kapıların kente oranla çok büyük olduğunu görerek, Myndoslular'a, "Kentin akıp gitmemesi için kapılarını kapalı tutmasını önermiş"ti...
Lelegler'in yanmada üzerinde çok sayıda yerleşmeleri vardı. Günümüzde, Bodrum Yarımadasının en batı ucunda bulunan Gümüşlük, bir zamanlar "Eski Myndos" adıyla anılan bir Leleg yerleşim yeriydi. Ancak, yapılarında harç kullanmadıkları için zaman içinde hemen tamamı yerle bir oldu. Sadece yanmada üzerinde bugün Lelegler'e ait dokuz büyük yerleşme kalıntısı bulunuyor.
M.Ö. 1500 ile M.Ö. 400 yıllarına kadar varlıklarını sürdüren bu toplumun bölgede kurduklan kentlerin adlan şöyleydi: Eski Myndos'tan başlamak üzere, yarımada üzerinde "Termera", "Uranium", "Telmissos", "Madnasa", "Side" ve "Pedasa"... Yarımadanın ya da bir başka deyişle, Bodrum'un (Halikarnassos) batısında da iki büyük kent kalıntısından da söz etmek mümkün... Bunlar da "Syangela" ile "Thiangela" adındaki kale kentler..
Fakat, bunlar birbirinin devamı gibiler. Ünlü coğrafyacı Strabon ise Bodrum Yarımadası'nda Lelegler'in 8 kent kurduğunu yazıyor. Plinius ise yarımadada Lelegler'e ait 6 kentin adını veriyor. Ancak, bu kale kentlerin dışında yarımadada çok sayıda küçük yerleşmeler ve yapılar da mevcut. Bu, kasaba ya da kale yerleşmesi şeklinde nitelendirilebilecek kentlerin "kurgan" ya da "birleşik yapılar" olarak adlandırılan ilginç mimari yapılar vardı.
Gümüşlük limanının önünde bulunan ve kenti doğal kale gibi örten küçük yarımadanın üzerindeki uzun sur kalıntısı arkeologlarca "Leleg Suru" olarak tanınıyor. Yerine göre yaklaşık 1-3 m. eninde ve 200 m. uzunluğundaki bu surun günümüzde çok az temel kalıntısı görülebiliyor. Yöreyi ayrıntılı bir biçimde araştıran George Bean'e bile, "Yarımadayı böylesine ikiye bölmenin anlamı neydi?" diye sordurtan bu dev duvarın, 3.500-4.000 yıl önce Lelegler tarafından, bugün bile sorun olan Kardak dahil tüm diğer Yunan Adalan'ndan gelecek bir tehlikeye karşı yapıldığına hiç kuşku yok...
Leleg mimarisiyle ilgili bir diğer ilgi çekici nokta da, tüm yerleşmelerin dağların en yüksek doruklarında kurulmuş olmaları ve bu yapıların genel planlarındaki ortak yöndü. Günümüzde ıssız ve uzak ören yerleri olarak bilinen bu yerleşim alanlarının tepe doruklarındaki konumlan, denizi ve çevre adalarını gözetlemede çok stratejik bir öneme sahipti. Kıyıları gözetleyen tüm Leleg kent ve kasabaları dumanla haberleşiyordu. Bugün kimi yaşlı yöre insanının yakın zamanlarda bile bu tepelerden dumanla haberleşildiğini hatırlaması, bu geleneğin binlerce yıldan günümüze aktarıldığını kanıtlıyor.
Günümüzü ilgilendiren bir başka ilginç yön ise, bu kalıntıların hiçbirinde Lelegler'e ait kazı çalışmasının yapılmamış olması... Lelegler hakkında bugüne kadar yapılan en kapsamlı yüzey araştırması, ünlü Alman arkeolog Dr. Wolfgang Radt'a ait... Uzun yıllardan beri Bergama kazısı başkanlığını yapan Dr. Radt, 1960'k yıllarda Bodrum Yarımadasının Lelegler'e ait önemli bir bölümünü mimari açıdan araştırmıştı. Doktora tezi kapsamında yaptığı çalışmasını da daha sonra Leleg mimarisiyle yapılmış en kapsamlı araştırma olarak yayımlamıştı.
Dr. Radt'a göre, Leleg mimarisi "arkaik ve bölgesel bir yapıda"... Yapıların ilginç bir yanı, taşların arasında hemen hiç harç kullanılmamış olması... Bu nedenle büyük taşların dışında kalan yapı elemanları, Diogenes'in dediği gibi adeta akıp gitmiş... Fakat Dr. Radt, "Bu arkaik ve primitif özellikli Leleg mimarisinde öyle bir yapı türü var ki, şimdiye kadar hiç bir mimari tarzda bulunmuyor" diyor... "Bunlar, dağların yüksek yamaçlarında inşa edilmiş yuvarlak ve çok amaçlı yapılar. İç içe iki surdan oluşan bu yapılar arasında yarıçapı 20 m. olanlar var. İç içe geçmiş surlar birbirlerine içteki bir noktadan değecek biçimde inşa edilmiş ve üstleri kapalı...
Burada çobanlar yaşıyor olmalı; ortadaki geniş avluda da hayvanlar... Ancak, yapının tamamının üstünün örtülü olup olmadığım bilemiyoruz. Belki belli bir yükseklikten sonra ağaçlarla örtüyorlardı. Hayvanlarını hem korsanlardan hem de kaplan gibi vahşi hayvanlardan korumak için bu yapıların duvarlarını çok kalın ve yüksek inşa ediyorlardı. Bunların çağlar içinde, M.Ö. 8-7 yüzyıldan başlayıp Roma dönemine kadar adım adım değişmeler gösterdiğine tanık oluyoruz. Özgün Leleg tipinde olanlar bütünüyle yuvarlak bir plan sergiliyor. Bölgenin Helenleşmesine paralel olarak, bu yapılarda köşeli ilaveler ve kulemsi görüntüler ortaya çıkıyor. Yani, bir tür evrimleşme başlıyor. Roma dönemine gelindiğinde ise bu özgün tip yapılar kendi özelliklerini iyice yitiriyorlar..."
Lelegler, Roma çağlarına doğru geldikçe, yalnız mimari açıdan değil, toplum olarak da giderek erimişler. İzleri neredeyse kaybolmak üzere bir Anadolu yerli halkı olan Lelegler'in özellikle de şimdiki Bodrum Yarımdası'nda yaşamaları ilginç .. Çünkü, günümüzde böylesine popüler olan bir bölgede binlerce yıl önce yaşamış eski bir halk karşısında, hem Bodrum meraklılarının hem de arkeologların ilgisiz kalması bir çeşit ihanet... İnsanınkendi geçmişine, kendi kültürüne,kendi geleceğine ihanet....
Mausolos'un kurduğu kent: Thiangela.
Bir dağ kenti olan Thiangela'nm güney tarafı daha az sarp olup saldırıya açıktı. Şehrin kuleli ana kapısı buradaydı ve bu yüzden sur yer yer kulelerle takviye edilmişti. Bu cephenin batı ucundaki tepeye dışında çok sayıda da, "çiftlik evi", dört kuleli, kare planlı bir hisar yapılmıştı. Bu hisar şehrin zayıf olan batı-güneybatı tarafını güven altına alıyor ve bu yüzdeki şehir kapısını da koruyordu.
Surların planı burada hilale benziyordu. Hisar da bu hilalin bir ucunda yükseliyordu. Hisara şehirden, dirsekli ve üzeri yalancı tonozla örtülü bir kapıdan giriliyordu. Güneydoğudaki kulenin yanında, sur duvarına açılan küçük bir kapı vardı. Bu kapıdan, hisarın önündeki kavisli iki siper duvarına ulaşmak ya da düşmana saldırmak mümkündü. Thiangela, Mausolos'un kurduğu bir kentti. Surların inşa tarihi kesinlikle 4. yüzyılınikinci çeyreği olarak kabul edilebilir. Kent, aynı yüzyılın sonunda, Karia'da bir krallık kurmaya kalkışan ve kendi adına sikke de basan Makedonyalı Eupolemos tarafından kuşatılmış ve şarta bağlı olarak teslim olmuştu.
Antik Çağ'ın NATO'su: Delos Birliği...
Hellespontos ve Bosphoros kıyılarının Persler tarafından ele geçirilmesinden sonra, Helen güçlerinin başkomutanı olan Sparta Kralı Pausanias'ın sert davranışları, bağlaşık devletleri ondan soğutmuş ve onlar da Atina çevresinde kümelenmişlerdi. Atina, başlangıçta gönüllü bir nitelik taşıyan bu birliğin önderi oldu. Birliğin üyelerine düşen yükümlülükleri, hangi kentin ne sayıda savaş gemisi sağlayacağını ya da ne tutarda yıllık gider katkısı ödeyeceğini saptadı. Toplanan paralar Delos Adası'nda toplanıyordu.
Daha sonra Atinalılar ilk olarak Miltiades oğlu Kimnon komutasında bir donanmayla, Thrakia-Make-donya sınırında, Strymon Çayı ağzındaki İran bağımlısı Eion kentini alıp (M.Ö. 475) halkını köleleştirdiler. Ege Denizi'nde Skyros ve Euboia (Eğriboz) Adası'ndaki Karystos kentini ele geçirdiler. Bu sırada Naxos Adası birlikten ayrılmak istedi, fakat adanın kenti Atina birliklerince kuşatıldı ve kent de birliğe tekrar geri dönmek zorunda kaldı. Bu olay, Delos Birliği'nin bir Atina bağımlıları topluluğuna dönüşmesinin ve gönüllü bağlaşıklar birliği olmaktan çıkışının başlangıcıydı (M.Ö. 467)...
http://www.bestoffrm.com/140517-leleglerlelegler-uygarligilelegler-nerede-yasadi.html
Bu arada Leleg kentleri de bu Delos Birliği'nin üyesiydiler. Myndos kenti birliğe onikide bir talent haraç ödüyordu. Bu miktar Myndos'un küçük bir kasaba olduğunu gösteriyor. Pedasa kenti ise Delos Birliği'ne iki talent haraç ödemekteydi. Kıyıdaki Halikarnas sos'un 1.65 talent ödediği düşünülürse, dağlık Pedasa'nın ödediği miktar oldukça iyiydi. Termera kentinin ise birliğe ödediği iki buçuk talentlik haraç Mydos'un yükümlülüğünün tam 30 katıydı. Madnasa kenti ise, birliğe önceleri iki talentlik haraç ödemesine karşılık, sonraları bu haraç bir talente kadar düşürülmüştü.
Yarımadadaki bir diğer Leleg yerleşmesi Side, ya birliğin dikkatinden kaçmış olabileceği ya daçok küçük olduğu için haraç ödemiyordu. Uranium adındaki kent debirliğe bağlı olmasına karşın çok önemsiz bir haraç ödüyordu. Syangela ise Delos Birliği'ne, kendisine bağlı mynanda ile birlikte bir talent haraç ödüyordu.
Antik Çağ duvar örgü biçimleri
Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.
Bosaj duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü biçimi...
Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız olarak yapılmış duvar örme şekli...
Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır, ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden sonra kullanılmaz.
Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar örgüsü...
İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.
Akadlar ,Akad uygarlığı,Akadlar kimdir,Akadlar nerde yaşadı
* Sami kökenlidirler.
* Akade adlı başkentleri vardır. (Tarihte bilinen ilk merkezi devlet veya imparatorluktur.)
* İlk düzenli ordu Akadlar’da görülür.
* Tarım gelişmiştir. Su kanalları yapmışlardır.
* Zafer anıtı ve Agade tapınakları mimari eserleridir.
http://www.bestoffrm.com/140515-akadlar-akad-uygarligiakadlar-kimdirakadlar-nerde-yasadi.html
Akadlar Sami kökenli bir topluluktur. Sümerler döneminde Mezopotamya’ya göçen bu topluluk Sümer kültürünü benimsemiştir. Sümerler sonrasında Mezopotamya’nın lideri konumuna gelen halk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncüsü Akkadlar olmuştur. Ayrıca Akkadlar daha sonra Mezopotamya’da güçlü konuma ulaşacak yine Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Akkadlar, Sümerlerden farklı olarak kent krallıklarından ziyade Evren veya Dünya krallığı kavramını Mezopotamya’ya getirmiştir. Bölgenin merkezi bir idare eline geçmesi de ilk kez Akkadlar döneminde olmuştur. M.Ö. 2150′de güçlenen Sümerliler bu devleti yıkmışladır.
Akkad hanedanının kurucusu kral Sargon’dur. Agade isimli bir başkent kuran Sargon kayıtlara göre 34 savaş yapmıştır. Yine de Sargon’a dair bilgilerde mitoloji ile gerçeklik karışıktır. Sargon’un torunu olan Akkad kralı Naram-Sin de dedesinin yolundan gitmiş birçok sefer yapmıştır. Fakat Naram-Sin’den sonra bölgedeki güç dengeleri değişmiş ve Akkadlar düşüşe geçmiştir. Kısa bir süre içinde Zagros Dağları’ndan inen ve işgale başlayan Gutiler yönetimi ellerine geçirmişlerdir.
Üçüncü Ur Hanedanı
Akkadların yönetimindeki zayıflıklar nedeniyle, birçok kentin yönetici hanedanı yönetimi tekrar ellerine geçirmişlerdir. Bu kentlerden öne çıkanı Ur kenti ve yöneticisi 3. Ur Hanedanıdır. Hanedan Akkadların izinden giderek bütün bölgeyi kontrol altına almak istemiştir. Yaklaşık 100 yıl kadar (M.Ö. 2100-M.Ö. 2000) süren bir dönemde Ur kenti Mezopotamya’nın en büyük siyasi gücü olmuştur. Dönemlerinin sonu yoğun göçler ve çevre toplulukların saldırıları ile gelmiş ve yönetimleri zayıflamıştır. Ur Sülalesinin yönetiminin sonu aynı zamanda Sümerlerin Mezopotamya’daki yönetimlerinin sonu demektir. Daha sonra Sümer kökenli olmayan kavim ve sülaleler egemen olmuşlardır. Yine de bu dönem kültürel, dini ve mimari açıdan medeni gelişimi büyük oranda etkilemiştir.
* Akade adlı başkentleri vardır. (Tarihte bilinen ilk merkezi devlet veya imparatorluktur.)
* İlk düzenli ordu Akadlar’da görülür.
* Tarım gelişmiştir. Su kanalları yapmışlardır.
* Zafer anıtı ve Agade tapınakları mimari eserleridir.
http://www.bestoffrm.com/140515-akadlar-akad-uygarligiakadlar-kimdirakadlar-nerde-yasadi.html
Akadlar Sami kökenli bir topluluktur. Sümerler döneminde Mezopotamya’ya göçen bu topluluk Sümer kültürünü benimsemiştir. Sümerler sonrasında Mezopotamya’nın lideri konumuna gelen halk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncüsü Akkadlar olmuştur. Ayrıca Akkadlar daha sonra Mezopotamya’da güçlü konuma ulaşacak yine Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Akkadlar, Sümerlerden farklı olarak kent krallıklarından ziyade Evren veya Dünya krallığı kavramını Mezopotamya’ya getirmiştir. Bölgenin merkezi bir idare eline geçmesi de ilk kez Akkadlar döneminde olmuştur. M.Ö. 2150′de güçlenen Sümerliler bu devleti yıkmışladır.
Akkad hanedanının kurucusu kral Sargon’dur. Agade isimli bir başkent kuran Sargon kayıtlara göre 34 savaş yapmıştır. Yine de Sargon’a dair bilgilerde mitoloji ile gerçeklik karışıktır. Sargon’un torunu olan Akkad kralı Naram-Sin de dedesinin yolundan gitmiş birçok sefer yapmıştır. Fakat Naram-Sin’den sonra bölgedeki güç dengeleri değişmiş ve Akkadlar düşüşe geçmiştir. Kısa bir süre içinde Zagros Dağları’ndan inen ve işgale başlayan Gutiler yönetimi ellerine geçirmişlerdir.
Üçüncü Ur Hanedanı
Akkadların yönetimindeki zayıflıklar nedeniyle, birçok kentin yönetici hanedanı yönetimi tekrar ellerine geçirmişlerdir. Bu kentlerden öne çıkanı Ur kenti ve yöneticisi 3. Ur Hanedanıdır. Hanedan Akkadların izinden giderek bütün bölgeyi kontrol altına almak istemiştir. Yaklaşık 100 yıl kadar (M.Ö. 2100-M.Ö. 2000) süren bir dönemde Ur kenti Mezopotamya’nın en büyük siyasi gücü olmuştur. Dönemlerinin sonu yoğun göçler ve çevre toplulukların saldırıları ile gelmiş ve yönetimleri zayıflamıştır. Ur Sülalesinin yönetiminin sonu aynı zamanda Sümerlerin Mezopotamya’daki yönetimlerinin sonu demektir. Daha sonra Sümer kökenli olmayan kavim ve sülaleler egemen olmuşlardır. Yine de bu dönem kültürel, dini ve mimari açıdan medeni gelişimi büyük oranda etkilemiştir.
Kiklad,Kikladlar,Kiklad Uygarlığı ,Kiklad Uygarlığı hakkında bilgi
Kiklad Uygarlığı
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Kiklad Uygarlığı, ([I]diğer adları ile Kiklad Kültürü, Kikladik Periyod[/I]) Ege Denizi içinde kalan, bugün Tavşan Adaları olarak adlandırılan, adalarda yaşayan Kikladlar'ın M.Ö. 3000 - M.Ö. 2000 yılları arasında, Erken Tunç Çağı'nda kurdukları medeniyet
Köken
Yapılan tüm kazı ve araştırmalarda bulunan eserler, belirli bir çağa geldikten sonra ortaya çıkmış eserlerdir. Bulunan ögelerin hiçbiri bize hemen hemen Kikladların ne zaman, nereden buralara yerleştiği hakkında bilgi vermez. Bir çok tarihçi Kikladların, Yunanistan topraklarına ve adalara başlayan göç hareketi sırasında buralara Anadolu'dan geldiği konusunda birleşir. Bir kısım tarihçi ise Kikladlar'ın Truva şehirleri ile bağlanıtlı olduğu görüşünü savunur.
Bir başka görüşse adaların, Kikladlardan da önce, Karyalılar'ın bir kolu olan kavimlerce bilindiği ve Delos Adası'nda onların yaşadığı yönündedir. Fakat bu hipotez 1965 - 1965 yıllarında gerçekleştirilen kazılarda çürütülmüş, bahsedilen tarihlerde adada Kikladlar'ın çoktan yerleşmiş olduğu saptanmıştır.
http://www.bestoffrm.com/140514-kikladkikladlarkiklad-uygarligi-kiklad-uygarligi-hakkinda-bilgi.html
Tarih
Geç Cilâlı Taş Devri'nde Kiklad Uygarlığı'nın en önemli özelliği, güneyde Girit'te doğacak olan Orta Tunç Çağı Minoan Uygarlığı'ndan çok önce yapılmış, yaşadıkları adanın saf bayaz mermerlerinden imâl edilmiş düz kadın tanrıça heykelleridir. Fakat bu eserler 20. yüzyıldan beri mezarlardan yağmalanarak pazarlanmaktadır.
Kiklad kültür ve uygarlığı zamanın değiştirici etkilerine ve toplumu şekillendiren olaylaraın oluşuna göre üç ana bölüme ayrılarak incelenir. Erken, Orta ve Geç Kikladik Uygarlık olarak adlandırılan bu üç bölümden Erken Kiklad Dönemi M.Ö. 3000'lerde başlamış ve M.Ö. 2000'lere gelindiğinde Kiklad kültür ve Uygarlığı son demlerini yaşamış, Minoan Uygarlığı ile köklü bir kültürel etkileşime girmiştir. Ve bu nedenle M.Ö. 2000'li yılların Kiklad Uygarlığı'nın kültürel olarak mı yoksa kronolojik olarak mı bittiği konusunda görüş ayrılıkları vardır. Etkisi altında kalınan kültüre göre yapılan sınıflandırma aşağıdaki gibidir:
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Kiklad Uygarlığı, ([I]diğer adları ile Kiklad Kültürü, Kikladik Periyod[/I]) Ege Denizi içinde kalan, bugün Tavşan Adaları olarak adlandırılan, adalarda yaşayan Kikladlar'ın M.Ö. 3000 - M.Ö. 2000 yılları arasında, Erken Tunç Çağı'nda kurdukları medeniyet
Köken
Yapılan tüm kazı ve araştırmalarda bulunan eserler, belirli bir çağa geldikten sonra ortaya çıkmış eserlerdir. Bulunan ögelerin hiçbiri bize hemen hemen Kikladların ne zaman, nereden buralara yerleştiği hakkında bilgi vermez. Bir çok tarihçi Kikladların, Yunanistan topraklarına ve adalara başlayan göç hareketi sırasında buralara Anadolu'dan geldiği konusunda birleşir. Bir kısım tarihçi ise Kikladlar'ın Truva şehirleri ile bağlanıtlı olduğu görüşünü savunur.
Bir başka görüşse adaların, Kikladlardan da önce, Karyalılar'ın bir kolu olan kavimlerce bilindiği ve Delos Adası'nda onların yaşadığı yönündedir. Fakat bu hipotez 1965 - 1965 yıllarında gerçekleştirilen kazılarda çürütülmüş, bahsedilen tarihlerde adada Kikladlar'ın çoktan yerleşmiş olduğu saptanmıştır.
http://www.bestoffrm.com/140514-kikladkikladlarkiklad-uygarligi-kiklad-uygarligi-hakkinda-bilgi.html
Tarih
Geç Cilâlı Taş Devri'nde Kiklad Uygarlığı'nın en önemli özelliği, güneyde Girit'te doğacak olan Orta Tunç Çağı Minoan Uygarlığı'ndan çok önce yapılmış, yaşadıkları adanın saf bayaz mermerlerinden imâl edilmiş düz kadın tanrıça heykelleridir. Fakat bu eserler 20. yüzyıldan beri mezarlardan yağmalanarak pazarlanmaktadır.
Kiklad kültür ve uygarlığı zamanın değiştirici etkilerine ve toplumu şekillendiren olaylaraın oluşuna göre üç ana bölüme ayrılarak incelenir. Erken, Orta ve Geç Kikladik Uygarlık olarak adlandırılan bu üç bölümden Erken Kiklad Dönemi M.Ö. 3000'lerde başlamış ve M.Ö. 2000'lere gelindiğinde Kiklad kültür ve Uygarlığı son demlerini yaşamış, Minoan Uygarlığı ile köklü bir kültürel etkileşime girmiştir. Ve bu nedenle M.Ö. 2000'li yılların Kiklad Uygarlığı'nın kültürel olarak mı yoksa kronolojik olarak mı bittiği konusunda görüş ayrılıkları vardır. Etkisi altında kalınan kültüre göre yapılan sınıflandırma aşağıdaki gibidir:
HİTİTLER (ETİLER),HİTİTLER (ETİLER) NEREDE YAŞAMIŞTIR,HİTİTLER (ETİLER) MEDENİYETİ
HİTİTLER (ETİLER) :
*Anadolu medeniyetinin temelini oluştururlar.
*M.Ö. 2 bin yılında Anadolu’da Kızılırmak çevresine
yerleşmişlerdir.
*Şehir devletlerinden merkezi krallığa geçmişlerdir.
*Merkez Hattuşaş’tır. (Çorum – Boğazköy).
*Hükümdarlar rahip-kral özelliği gösterirler.
*Tavananna denilen kraliçe yönetimde etkilidir.
*Soylulardan oluşan “Pankuş Meclisi” önemli kararların
alınmasında etkilidir. (Meşrutiyet rejiminin ilk örneği.) http://www.bestoffrm.com/
*Çok tanrılı din vardır. Bu dönemde Anadolu’ya “Bin tanrı
ili” denir. Ahiret inançları zayıftır.
*Aile hukuku gelişmiştir. (Medeni hukukun temelini
atmışlar.)
*Çivi ve resim yazılarını kullanmışlardır. (Anadolu’da
tarihi çağlar Asurlar’ın yazıyı geliştirmesiyle başlar.) http://www.bestoffrm.com/
*Frigyalılar tarafından yıkılmışlardır.
*Anadolu’da demir çağını başlatmışlardır.
*Yıllıklar (Anal) tutmaları ile tarih yazıcılığını
başlatmışlardır.
*İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları önemli eserlerindendir.
MISIR MEDENİYETİ,MISIR MEDENİYETİNİN ÖZELLİKLERİ
MISIR MEDENİYETİ:
*Kapalı bir bölge olduğu ve toplumun tutuculuğundan dolayı
çevreden fazla etkilenmemişler, bu yüzden tarih öncesi dönemleri sırasıyla
yaşan tek toplumdur.
*Önceleri Nom (veya Nomos) denilen şehir devletleri vardır.
Sonraları merkezi krallık gerçekleşmiştir. http://www.bestoffrm.com/
*Değişik hanedanlar yönetime hâkimdir.
*Firavunlar tanrı – Kral özelliği gösterirler. (Bu
özelliklerinden dolayı hukuk sistemi gelişmemiştir.)
*Çok tanrılı dinler görülür.
*İlk vezirlik (kâtip) sistemi Mısırlılarda görülür.
*Ahiret inancı kuvvetlidir. Bu nedenle mumyacılık ve
anıt-mezar (piramit) yapımı gelişmiştir.
*Tıp, eczacılık, kimya, matematik, geometri, takvim,
hiyeroglif (resim yazısı) gelişmiştir.
*M.Ö. 1280’de Hititler ile yaptıkları ve Suriye’yi
paylaştıkları “Kadeş Antlaşması” bilinen ilk dostluk ve ittifak, aynı zamanda
ilk yazılı antlaşmadır.
*Keops, Kefren önemli piramitlerdir.FENİKE MEDENİYETİ,FENİKE MEDENİYETİ KÖKENİ,FENİKE MEDENİYETİNİN BULUNDUĞU BÖLGE
FENİKE MEDENİYETİ
*Sami kökenlidirler.
*Kuruldukları bölge Lübnan çevresidir.
*Tarımdan ziyade denizcilik ve deniz ticaretinde gelişip
koloniler kurmuşlardır.
*Şehir devletleri halinde yaşamışlardır. (Sidon, Biblos,
Sayda, Sur)
*Kolonilerine sadece ekonomik amaçlarla gittikleri için uzun
süre tutunamamışlardır.
*Alfabeyi (harf yazısı) ilk kez Fenikeliler bulmuştur. (Daha
sonra İyon, Yunan ve Romalılar geliştirmiştir, Latin Alfabesi oluşmuştur.)
AKADLAR,AKADLARIN KÖKENİ,AKADLARIN MEDENİYETİ
AKADLAR:
*Sami kökenlidirler.
*Akade adlı başkentleri vardır. (Tarihte bilinen ilk merkezi
devlet veya imparatorluktur.)
*İlk düzenli ordu Akadlar’da görülür.
*Tarım gelişmiştir. Su kanalları yapmışlardır.
*Zafer anıtı ve Agade tapınakları mimari eserleridir.SÜMERLER,SÜMERLER KİMDİR,SÜMERLER NEREDE YAŞAMIŞLARDIR,SÜMERLERİN MEDENİYETİ
SÜMERLER:
*Orta Asya
kökenlidirler. M.Ö. 4000 yılında güney Mezopotamya’ya gelmişlerdir.
*Şehir devletleri halinde yaşamışlardır. (Ur, Uruk, Kiş,
Lagaş, Nippur)
*Rahip – Kral özelliği görülür.
*Çok tanrılı inanç vardır, ahiret inançları zayıftır.
*Ziggurat denilen çok katlı, çok amaçlı tapınakları vardır.
*M.Ö. 3500 (yaklaşık) yılında çivi yazısını bulmuş ve tarihi
çağları başlatmışlardır.
*Urgakina kanunları tarihte bilinen ilk yazılı kanunlardır.
(Bilinen ilk hukuk devleti Sümerler).
*Kanunlar hafiftir ve fidye esası vardır.
*Gılgamış, Yaratılış, Tufan gibi dini nitelikli destanları
vardır.
*Herkes askerdir.
*Taş olmadığı için kalıcı mimari eserleri yoktur.
*Astronomi, takvim, matematik gelişmiştir.
İSKİT MEDENİYETİ (SAKA TÜRKLERİ),İSKİT MEDENİYETİ (SAKA TÜRKLERİ) NEREDE KURULMUŞTUR?
Önce Orta Asya’da görülen İskitler, Karadeniz’in kuzeyindeki
bozkırlara gelerek yerleşmişlerdir. Atlı göçebe yaşamışlar, hayvancılıkla
uğraşmışlardır.
Alper Tunga ve Şu adlı destanları vardır. Anadolu’ya kadar
akınlarda bulunmuşlardır. Bilinen ilk Türk topluluğudur.
VİYANA KONGRESİ,VİYANA KONGRESİNİN YAPILMA AMACI
VİYANA KONGRESİ (1815)
Napolyon’un alt üst ettiği Avrupa’nın siyasi haritasına yeni
bir düzen vermek amacıyla Osmanlı Devleti ve Fransa haricinde bütün Avrupa
devletlerinin katılımıyla toplanmış ilk uluslararası kongredir. Fransız
İhtilali’nin ortaya çıkardığı fikirler göz ardı edilerek Avrupa’nın yaklaşık
100 yıllık haritası çizilmiştir. Buna rağmen fikirlerin yayılması
engellenememiş ve yeni mücadelelere sebep olmuştur.
FRANSIZ İHTİLALİ,FRANSIZ İHTİLALİ SEBEBİ,FRANSIZ İHTİLALİ SONUÇLARI
FRANSIZ İHTİLALİ (1789)
Sebepleri :
* Sınıflar arası önemli farklılıklar
* Halkın son derece fakir olması
* Hastalıklar ve kıtlıklarla ülkenin sarsılması
* Krallık rejiminin baskıcı yönetimi
* Bazı Fransız aydınlarının (J.J. Russo, Volter ....) halkı
etkilemesi
* İngiltere ve Amerika’daki demokrasi çalışmalarının etkisi
* Yedi Yıl Savaşları’nın sonucunda yeni vergiler konması
* Burjuva sınıfının yönetime katılmak istemesi
Sonuçları :
* Yeniçağ bitmiş, Yakınçağ başlamıştır.
* Milliyetçilik fikri ortaya çıkmıştır.
* Mutlak krallıklar yıkılmış, milli devletler kurulmuştur.
* Eşitlik, hürriyet, adalet gibi kavramlar yaygınlaşmıştır.
* İlk kez insan hakları evrensel bildirisi yayınlanmıştır.
* Yönetim burjuva sınıfının seline geçmiştir.
* Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına sebep olmuştur.
* İlk kez laik hukuk kuralları ortaya çıkmıştır
7 YIL SAVAŞLARI,7 YIL SAVAŞLARININ NEDENLERİ
7 YIL SAVAŞLARI (1756 – 1763)
http://www.bestoffrm.com/
İngiltere ile Fransa arasında Amerika’daki sömürgelerin paylaşılamaması yüzünden ortaya çıkmıştır. Sonuçta İngiltere galip gelerek Kanada’nın bir kısmını ele geçirmiştir. Fakat 7 Yıl Savaşları iki tarafında çok büyük ekonomik sıkıntı içine düşmesine sebep olmuş, Fransa kendi halkına, İngiltere ise Amerika’daki kolonilerine yeni vergiler koymuşlardır. Bütün bunlar bir taraftan Fransız İhtilali’ne, öte yandan Amerika’nın bağımsızlığını kazanmasına sebep olmuştur
http://www.bestoffrm.com/
http://www.bestoffrm.com/
İngiltere ile Fransa arasında Amerika’daki sömürgelerin paylaşılamaması yüzünden ortaya çıkmıştır. Sonuçta İngiltere galip gelerek Kanada’nın bir kısmını ele geçirmiştir. Fakat 7 Yıl Savaşları iki tarafında çok büyük ekonomik sıkıntı içine düşmesine sebep olmuş, Fransa kendi halkına, İngiltere ise Amerika’daki kolonilerine yeni vergiler koymuşlardır. Bütün bunlar bir taraftan Fransız İhtilali’ne, öte yandan Amerika’nın bağımsızlığını kazanmasına sebep olmuştur
http://www.bestoffrm.com/
30 YIL SAVAŞLARI,30 YIL SAVAŞLARININ NEDENLERİ
30 YIL SAVAŞLARI (1618 – 1648)
Katolik Almanya’nın protestanlarla mücadelesidir. Fransa kendisi de katolik olmasına rağmen, Almanya’nın güçlenmesi işine gelmediği için protestanların yanında savaşa girmiş ve sonuçta 1648–Westfalya Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre protestanlık yeniden serbest bırakılmış, mezhep kavgalarına son verilmiştir. Papanın onayına sunulmayan ilk antlaşmadır.http://www.bestoffrm.com/
Savaşın başlaması dini, gelişmesi ise siyasi sebeplere dayanır.
http://www.bestoffrm.com/
Katolik Almanya’nın protestanlarla mücadelesidir. Fransa kendisi de katolik olmasına rağmen, Almanya’nın güçlenmesi işine gelmediği için protestanların yanında savaşa girmiş ve sonuçta 1648–Westfalya Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre protestanlık yeniden serbest bırakılmış, mezhep kavgalarına son verilmiştir. Papanın onayına sunulmayan ilk antlaşmadır.http://www.bestoffrm.com/
Savaşın başlaması dini, gelişmesi ise siyasi sebeplere dayanır.
http://www.bestoffrm.com/
RÖNESANS HAREKETLERİ
Rönesans Hareketleri Nedir?:
15. Y.y. sonları ve 16. Y.y. başlarında İtalya’da ortaya çıkan edebiyat, güzel sanatlar, mimari ve bilim alanındaki önemli gelişmelere denir.
Rönesans Hareketlerinin Nedenleri :
*Coğrafi Keşifler’le zenginleşen burjuva sınıfının “mesen” denilen koruyucu aileler oluşturması*Matbaanın gelişmesi ve kağıdın yaygınlaşması*Arka arkaya, dahi denilebilecek sanatçıların yetişmesi*İstanbul’un fethi ile bazı bilim adamlarının İtalya’ya gitmesi*Endülüs Emevileri’nin etkisi*Antikide eserlerin incelenmesi*Güzel sanatların olgunlaşması
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)